Kütüb-i Sitte Hadis-i Şerif ( 651-660 )

651 - Ali Ibnu Ebi Talib (radiyallahu anh) anlatiyor: "Ben, musrik olan anne babasi icin, Allah'tan af ve magfiret dileyen birini gordum. Kendisine: "Sen musrik olan anne baban icin istigfarda mi bulunuyorsun, (olur mu bu?)" dedim. Adam bana: "(Niye olmasin, Kur'an-i Kerim'de) Hz. Ibrahim (aleyhisselam) musrik olan babasi icin istigfar etmektedir" diye cevap verdi.
Ben durumu Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a anlattim. Bunun uzerine su mealdeki ayet indi: "Cehennemlik olduklari anlasildiktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar icin magfiret dilemek Peygambere ve muminlere yarasmaz. Ibrahim'in, babasi icin magfiret dilemesi, sadece ona verdigi bir sozden oturu idi. Allah'in dusmani oldugunu anlayinca ondan uzaklasti..." (Tevbe, 113-114).
Tirmizi, Tefsir, Berae (3100); Nesai, Cenaiz 102, (4, 91).

652 - Muhammed Ibnu Sihab ez-Zuhri anlatiyor: "Bana Abdurrahmen Ibnu Abidllah Ibni Ka'b Ibni Malik nakletti: Abdullah Ibnu Ka'b -ki babasi Ka'b gozlerini kaybettigi zaman kardesleri degil, kendisi babasina rehberlik etmisti- kavmi icinde Resulullah (aleyhissalatu vesselam)' in ashabinin hadislerini en iyi bilen ve en iyi ogrenmis olaniydi. Abdullah dedi ki: "Babam Ka'b Ibnu Malik'in, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Tebuk seferine ciktigi zaman, sefere katilmayisi ile ilgili hikayeyi kendisinden dinledi. Soyle anlatmisti: "Ben Tebuk gazvesi haric Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in cikardigi gazvelerden hicbirine katilmamazlik etmemistim. Gerci Bedir gazvesine istirak etmedim. Ancak buna katilmayanlardan kimseyi Resulullah (aleyhissalatu vesselam) kinamadi. O seferde Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve Muslumanlar savasi degil, Kureys'in kervanini ele gecirmeyi dusunuyorlardi. Ne var ki Cenab-i Hakk bunlarla dusmani beklenmedik anda karsi karsiya getirdi.
Ben Akabe gecesinde Islam'la muserref olup ilk andlasmayi yaptigimiz esnada Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'la beraberdim. Ben Akabe'de hazir bulunmayi Bedir'de hazir bulunmaya degismem, halk Bedir gazasini Akabe biatindan daha cok ansa da.
Benim Tebuk seferinden geri kalisimla ilgili habere gelince, gercekten ben hicbir zaman, o siradaki kadar guclu ve zengin olmamistim. Allah'a kasemle soyluyorum, daha once hicbir zaman iki devem olmamisti. Ama o gazve sirasinda iki tane binmeye mahsus devem vardi. Bir de Resulullah (aleyhissalatu vesselam) gazaya niyet etti mi mubhem ifadeler kullanarak asil hedefi belli etmezdi. Fakat bu gazvede oyle yapmadi. Cunku Tebuk seferi cok sicak bir mevsimde oluyordu. Uzak bir seferi ve tehlikeleri goze almis, buyuk bir dusmani hedef edinmisti. Muslumanlar gazve hazirliklarini tam yapsinlar diye durumu butun ciddiyetle aciklamis, gidecekleri istikameti gizlemeksizin bildirmisti.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'la sefere katilacak Muslumanlar pek coktu. Askerlerin kunyelerini kayit defteri almiyordu. Kayit defterinden maksat kunyelerin yazildigi divandi." Ka'b (rivayetine devamla) der ki: "Pek az kimse gozden kaybolmayi(katilmamayi) arzu ediyordu. Bunlar da vahiy gelmedikce, gizlendikleri, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) tarafindan bilinilemiyecegini zanneden kimselerdi.
Bu gazve, tam meyvelerin erdigi, golgelerin iyice tatlilastigi bir zamana rastlamisti. Ben de meyve ve golgeye duskun bir kimseydim.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve Muslumanlar yol hazirligi yaptilar. Ben de onlarla yol hazirligi yapmak uzere sabahleyin evden cikar (kararsizlik icinde) hicbir sey yapmadan geri donerdim. Kendi kendime: "Bu da bir sey mi, dilersem hazirligi cabucak yapabilirim" diye teselli olur, avunurdum. Bu hal boylece devam etti. Oyle ki, baskalari ciddi ciddi hazirligini tamamlamisti.
Derken Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve Muslumanlar yola ciktilar. Ben hala hicbir hazirlik yapmamistim. Yine hazirlik icin gittim geldim ama bir sey yapmaya bir turlu elim varmiyordu. Bu hal de surdu gitti. Askerler sur'atle yol aldilar. Gazve elimden kacti. Yine de yola cikip onlara kavusmayi dusundum. Keske bunu yapsaydim. Bana bu da nasib olmadi.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'den ayrildiktan sonra halkin arasina cikinca gordugum bir husus beni uzmeye basladi: Carsi-pazarda benim gibi kalanlar meyaninda gorduklerim ya munafiklik damgasini yemis olanlardi veya zayifliklari sebebiyle Cenab-i Hakk'in mazur addettigi kimselerdi.
Ote yandan Resulullah (aleyhissalatu vesselam) da beni Tebuk'e varincaya kadar hic anmamis. Orada kalabaligin arasinda otururken: "Ka'b Ibnu Malik ne yapti, (ondan ne haber var?)" diye sormus. Benu Seleme'den birisi: "Ey Allah'in Resulu, onu, yakisikli iki elbisesi ve calimla iki tarafina bakmasi (Medine'de) hapsetti" demis. Muaz da ona su cevabi vermis: "Ne kotu konusuyorsun. Ey Allah'in Resulu Allah'a kasem olsun Malik hakkinda hayirdan baska bir sey bilmiyoruz" demis.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) sukut buyurmuslar. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bu durumda iken, uzaktan beyazlara burunmus bir adamin siluetini gorur ve: "Bu gelen Ebu Heyseme olmasin!" der. Gercektende o Ebu Heyseme el-Sari'dir. Yani, sefer hazirligi sirasinda bir sa'lik hurma verdi diye munafiklarin birbirlerine kas-goz ederek istihza ettikleri zat".
Ka'b (sozlerine devamla) der ki: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in Tebuk'ten ayrilip yola ciktigi haberi bana ulasinca keder ve uzuntum tekrar artti. Bir yalan hazirlamaya basladim. "Yarin, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in ofkesinden, ne soyleyerek kurtulabilirim?" diyordum. Bu hususta ailemde akli basinda herkesin fikrine muracat ediyordum.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in gelmesi yaklasti dendigi zaman benden yanlis dusunceler zail oldu. Iyice anladim ki, hicbir yalan asla beni kurtaramaz. Dogruyu soylemeye karar verdim. Derken Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bir sabah Medine'ye geldiler. O, bir seferden donunce ilk is olarak mescide ugrar, iki rek'at namaz kilar, ondan sonra halka gorunurdu. Bu gelisinde de namazini kilip halki kabul etmeye baslayinca sefere katilmayip geride kalanlar gelip ozur dilemeye, ozurleri hususunda inandirici olmak icin yeminler etmeye basladilar. Bunlar seksen kadar erkekti. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) onlarin ozurlerini kabul ediyor, onlardan beyat aliyor, onlara istigfarda bulunuyor, islerini Allah'a havale ediyordu.
Ben de geldim. Selam verdim. Selamimi isitince ofkeli ofkeli tebessum etti ve "Gel" dedi. Yaklastim ve onune oturdum.
-"Niyegeride kaldin, sen (Akabe'de) biat edip itaati sirtina almis degil miydin?" dedi. Ben su cevabi verdim:
-"Evet ey Allah'in Resulu! Ben senin degil de dunya ehlinden bir baskasinin yaninda oturmus olsaydim, inandirici bir ozur soyleyip, mutlaka ofkesini gidererek yanindan ayrilirdim. Cunku, Allah bana yeterli bir ifade gucu vermis bulunmaktadir. Ancak, Allah'a kasem olsun kesinlikle inaniyorum ki, bugun sizi, benden razi kilacak bir yalan soylesem cok gecmeden Allah sizi bana ofkelendirecektir. Size dogruyu soylesem bana kizacaksiniz. Ama ben de o hususta Allah'tan af dilerim. Gercegi soyluyorum, kasem olsun hic bir ozrum yoktu. Vallahi baska hic bir vakit, sizden geri kaldigim zamanki kadar guclu ve zengin degildim."
Benim bu itirafim uzerine Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Iste bu dogru konustu" dedi ve bana da: "Kalk, Allah senin hakkinda hukmedinceye kadar bekle!" buyurdu. Ben de kalktim. Benu Seleme'den bir kisim insanlar da kosarak beni takip ettiler ve bana:
-"Allah'a kasem olsun bundan once herhangi bir gunah isledigini bilmiyoruz. Savastan geri kalan digerlerinin yaptigi gibi Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in senin icin yapacagi istigfar bu gunahini affettirmeye yeterdi" dediler."
Malik (devamla) sunlari anlatti: "Sonra: Benim vaziyetime dusen baska biri var mi? diye sordum. "Evet iki kisi daha tipki senin gibi itirafta bulundular. Onlara da sana soylenen soylendi" dediler.
-"Murare Ibnu'r-Rebi el-Amiri ile Hilal Ibnu Umeyye el-Vakifi (radiyallahu anhuma)" dediler. Bana cok salih iki kisi zikretmis oldular. Bunlar Bedir gazvesinde bulunmus, numune-i imtisal kisilerdi. Bunlarin ismini duyunca, geri gidip ozur beyan etme fikrinden vazgectim.
Derken Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Muslumanlara gazveye katilmayanlardan sadece ucumuzle konusmayi yasakladi. Bunun uzerine halk bizden cekindi ve yuz cevirdi. Oyle ki yeryuzu bana yabancilasti. Dunya, onceden bilip tanidigim dunya olmaktan cikti.
Bu minval uzere elli gece gecirdik. Diger iki arkadasim, halktan uzaklasip evlerinde oturup aglayarak vakit gecirdiler. Onlardan daha genc, daha guclu olan ben disari cikiyor, namazlara katiliyor, carsi pazar dolasiyordum. Ama kimse benimle konusmuyordu. Bazan namazdan sonra, ashabiyla oturmakta olan Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a ugrayip selam veriyordum. Icimden, "Acaba, benim selamimi alarak dudaklarini kipirdatir mi?" diye kendi kendime sorardim. Sonra yakinina durup namaz kilar, goz ucuyla da ona bakardim. Namaza durunca bana baktigini da gorurdum. Ama ben ona yonelecek olsam derhal benden yuzunu cevirirdi.
Muslumanlarin cefasindan cektigim bu izdirapli hal uzayinca bir gun dayanamayip gittim. Ebu Katade'nin bahce duvarini astim. O amcamin oglu idi ve herkesten cok severdim. Yanina varinca selam verdim. Hayret! Vallahi selamimi almadi. Kendisine: Ey Ebu Katade Allah askina soyle. Allah ve Resulu'nu sevdigimi bilmiyor musun? dedim. Sustu, cevap vermedi. Tekrar Allah askina diye yemin verdim, yine konusmadi. Ucuncu sefer Allah adina yemin verdim. Bu defa:
"-Allah ve Resulu daha iyi bilir!" dedi. Bunun uzerine gozlerimden yas bosandi. Geri dondum, duvari astim."
Ka'b hikayesine devamla der ki: "(Bir gun) Medine carsisinda yururken Medine'ye bugday satmaya gelmis, Sam ahalisinden Nabati bir fellah: "Ka'b Ibnu Malik'i bana kim gosterecek?" diyordu. Halk beni ona gosterdi. Adam bana yaklasti. Gassan Krali'ndan bir mektup getirdi. Ben okuma-yazma bilirdim, hemen okudum. Mektupta soyle diyordu: "Bana gelen habere gore arkadasin sana sikinti veriyormus. Allah seni hakaret gormek, sikinti cekmek icin yaratmadi. Bize gel, sana iyi davranalim."mektubu okur okumaz: "Bu da bir baska bela" dedim. Tandira goturup attim ve yaktim.
Nihayet bu (bogucu) elli gunden kirki gecmis, (hakkimizda) vahiy de gecikmisti. Aniden Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in elcisi geldi. Bana: "Resulullah, hanimini terketmeni emrediyor" dedi. ben: "Bosayacak miyim, yoksa baska sekilde bir terk mi?" diye sordum. "Hayir, bosamiyacaksin, ondan ayril, sakin yaklasma!" dedi.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ayni haberi diger iki arkadasima da gondermisti. Hanimima: "Ailene don, onlarin yaninda kal, Allah bu meselede bir hukum bildirinceye kadar da orada bekle" dedim.
Hilal Ibnu Umeyye'nin hanimi Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a muracaat ederek: "Ey Allah'in Resulu, Umeyye Ibnu Hilal kendini kaybetmis bir ihtiyardir, hizmetcisi de yoktur. Ona hizmetini yapiversem bir mahzuru var mi?" diye izin istemis. Ve: "Hayir, hizmet edebilirsin, ancak sakin yakinlasmada bulunma" cevabini almis. Kadin da: "Hayir ya Resulullah! Vallahi, zaten onda kimildayacak mecal kalmadi. Vallahi cezalandigi gunden su ana kadar hic ara vermeden habire agliyor" dedi.
Ailemden bazisi bana: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a gidip hanimin, hizmetlerini yapivermesi icin izin istesen iyi olur. Nitekim o, Hilal'in hanimina hizmet etmesi icin musaade etti" diye tavsiyede bulundu. "Hayir, dedim, boyle bir talepte bulunmayacagim. Bana ne diyecegini nasil bilebilirim, ben genc bir kimseyim."
Boylece sikintisi daha da artan on gece daha gecirdim. Konusmaktan yasaklandigimizin uzerinden tam elli gece gecti. Ellinci gecenin sabah namazini evlerimizden birinin daminda kilmistim. Ben Allahu Teala'nin hakkimizda belirttigi o dehsetli hal icinde oturmus duruyordum. Ruhum sikilmis, butun genisligine ragmen dunya daralmisti. Sanki bir cendere icerisindeydim. Bir ses isittim. Bu, Sel dagi uzerine cikmis yuksek sesle bagiran birinin sesiydi. (Dikkat kesildim: Bana sesleniyor ve):
"Ey Ka'b Ibnu Malik mujde!" diyordu. Hemen secdeye kapandim. Hakkimizda bir kurtulusun geldigini anlamistim.
Meger Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Cenab-i Hakk'in bizi affettigine dair mujdeli haberi o gun sabah namazinda halka duyurmus, halk da bize mujdelemek uzere kosusmus, bazilari da diger iki arkadasima gitmismis. Bir zat bana at kosmustu, Eslemli biri de yaya olarak segirtip daga cikmis... Tabii ki ses, attan daha hizli yol aldi.
Mujdeci sesini duydugum kimse bir muddet sonra bizzat yanima gelince, derhal iki parca elbisemi cikarip mujde bedeli olarak kendisine giydirdim. Yemin olsun o gun icin baska bir seyim yoktu. Emanet iki giyecek te'min ettim, onlari giyip, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'i gormek arzusuyla disari firladim. Yolda halk grup grup beni karsiliyor. Cenab-i Hakk'in affi sebebiyle tebrik ediyordu.
Bu minval uzere Mescid'e geldim. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) etrafini saran ashabinin ortasinda oturuyordu.
Beni gorunce Talha Ibnu Ubeydillah (radiyallahu anh) kalkti, bana dogru kosup musafaha yapti ve beni tebrik etti. Yemin olsun, onun disinda muhacirlerden baska kalkan olmadi."
Ka'b onun bu samimi davranisini omru boyu unutmayacaktir.
Ka'b, (sozlerine devam ederek) sunlari soyledi: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a selam verince memnuniyetten isil isil, mutebessim bir yuzle: "Mujdeler olsun! Annenden dogalidan beri yasadigin en hayirli gununu tebrik ederim" dedi. Ben hemen sordum:
"Ey Allah'in Resulu, bu sizin bagisladiginiz bir lutuf mu, Cenab-i Hak'tan gelen bir lutuf mu?"
"Hayir, Allah'tan gelen bir lutuf!" dedi.
Ka'b, ilaveten dedi ki: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in vech-i mubarekleri, sururlu anlarinda, bir ay parcasi gibi nurlanir ve parlardi. Biz, bunu derhal anlardik.
Ben onune oturunca: "Ey Allah'in Resulu! Mazhar oldugum bu af sebebiyle ne var ne yok butun malimi Allah ve Resulu'ne bagisliyorum" dedim.
"Hayir, dedi. Hepsi olmaz, bir kismini kendine ayir, bu senin icin daha hayirli."
"Ey Allah'in Resulu, biliyorum ki, Allah beni sidkimdan, dogru sozlulugumden dolayi kurtardi. Benim tevbemden biri de artik, yasadigim muddetce hep dogru soylemek olacaktir."
Allah'a yemin olsun, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a bunu soyledigim gunden beri, dogru soz hususunda, Allah'in bana lutfettigi ihsandan daha guzeline mazhar olan birisini bilmiyorum. Yine Allah'a kasem ederek soyluyorum, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a soz verdigim gunden beri bir kerecik olsun yalan soylemeyi dusunmedim. Geri kalan omrumde de Allah'in beni yalandan korumasini diliyorum."
Ka'b sunu da soyledi: "Bizimle ilgili olarak Allahu Teala su ayeti indirmisti:
"And olsun ki, Allah, sikintili bir zamanda bir kisminin kalpleri kaymak uzere iken Peygambere uyan Muhacirler'le Ensar'in ve Peygamber'in tevbelerini kabul etti. Tevbelerini, onlara karsi sefkatli ve merhametli oldugu icin kabul etmistir. butun genisligine ragmen dunya onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sikistirip Allah'tan baska siginacak kimse olmadigini anlayan, (savastan) geri kalmis uc kisinin tevbesini de kabul etti. Allah, tevbe ettikleri icin onlarin tevbesini kabul etmistir. Cunku O, tevbeleri kabul eden, merhametli olandir. Ey iman edenler! Allah'tan sakinin ve dogrularla beraber olun!" (Tevbe, 117-119).
Ka'b sunu da dermis: "Allah'a yeminle soyluyorum, Allah beni Islam'la sereflendirdikten sonra, bana gore, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a soyledigim dogru sozden daha buyuk bir nimet vermemistir. (Allah'in bana lutfettigi birinci buyuk nimeti Islam'la muserref olmam, ikinci buyuk nimeti de Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a dogru soz soylememi nasib etmis olmasidir). Aksi takdirde, diger yalan soyleyenler gibi ben de helak olacaktim. Nitekim Cenab-i Hak, vahiy indirdigi zaman, yalan soyleyenler hakkinda, bir kimse icin soylenebilecek en kotu seyi soylemistir. Allahu Teala soyle buyurmustur: "Dondugunuzde, kendilerin cikismamaniz icin, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yuz cevirin. Cunku onlar pistirler. Yaptiklarinin karsiligi olarak varacaklari yer cehennemdir. Kendilerinden hosnud olasiniz diye, size yemin verirler. Siz onlardan razi olsaniz bile, Allah yoldan cikmis fasik kimselerden razi olmaz" (Tevbe, 95-96).
Ka'b sunu soyledi: "(Resulullah Tebuk seferinden dondugu zaman, sefere katilmayanlar gidip ozur diledikleri, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in da, yemin etmeleri uzerine ozurlerini kabul buyurup kendileriyle bey'atlasip, haklarinda istigfarda bulundugu kimselerden, biz uc kisi ayri tutulmus, (onlarin mazhar oldugu aftan istifade edememistik.) Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bizim isimizi, Allah hakkimizda hukmedinceye kadar tehir etmisti. Hakkimizda gelen ayette, Cenab-i Hakk'in: "..geri kalmis uc kisi.." sozunden kasid, savastan geri kalmamiz degildir, bu geri kalis Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in hakkimizdaki hukmu geri birakmasi, yemin ederek ozur dileyenlerin ozrunu kabul ettigi kimselerden ayri tutmasidir."
Buhari, Vesaya 16, Cihad 103, Menakib 23, Menakibu'l-Ensar 43, Megazi 3, 78, Tefsir, Berae, 17, 18, 19, Isti'zan 21, Eyman 24, Ahkam 53; Muslim, Tevbe 53, (2769); Tirmizi, Tefsir, Berae, (3101); Ebu Davud, Talak 11, (2202), Cihad 173, (2773), Nuzur 29, (3317); Nesai, Talak 18, (6, 152), Nuzur 37, (7, 22).).

653 - Ibnu Abbas (radiyallahu anhuma), "(Allah yolunda savasa) cikmazsaniz Allah size can yakici azabla azab eder..." (Tevbe, 39) ayeti ile, "Medinelilere ve cevrelerinde bulunan bedevileri, savasta Allah'in Peygamberinden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek yarasmaz" (Tevbe, 120) ayetini su ayet neshetmistir: "Muminler toptan savasa cikmamalidir. Her topluluktan bir taifenin, dini iyi ogrenmek ve milletlerini geri donduklerinde uyarmak uzere geri kalmalari gerekli olmaz mi?..." (Tevbe, 122).
(Ebu Davud, Cihad 19. (2503).)

654 - Necdet Ibnu Naki' diyor ki: "Ibnu Abbas (radiyallahu anhuma)'a su ayet hakkinda sordum: "(Allah yolunda cihada) cikmazsaniz, Allah size can yakici azabla azab eder..." (Tevbe, 39). Su aciklamayi yapti: "Allah onlardan yagmuru kesti. Boylece (kuraklik Allah'in onlara takdir ettigi) azablari oldu."
Ebu Davud, Cihad 19. (2506)H.

YUNUS (ALEYHISSELAM) SURESI

655 - Ubade tu'bnu's-Samit (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a Cenab-i Hakk'in su ayeti hakkinda sordum: "Dunya hayatinda da, ahirette de mujde onlaradir.." (Yunus, 64). Su cevabi verdi: "Burada kastedilen mujde salih ruyadir. Mu'min kul onu gorur veya kendisine gosterilir."
Tirmizi, Ru'ya 3, (2276).

656 - Ibnu Abbas (radiyallahu anhuma) anlatiyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Cenab-i Hakk Firavun'u suda bogdugu zaman: "Beni Israil'in inandigindan baska ilah olmadigina inandim" dedi. (Yunus, 90). Cebrail buyurdu ki: "Ey Muhammed, sen beni denizin camurundan alip, (Allah'in) rahmeti ona ulasiverir korkusuyla agzini tikarken gorseydin."
Tirmizi, Tefsir, Yunus, (3106).

HUD (ALEYHISSELAM) SURESI

657 - Ibnu Abbas (radiyallahu anhuma) anlatiyor: "Hz. Ebu Bekir (radiyallahu anh): "Ey Allah'in Resulu, saclarin agardi, yaslandin" dedi. Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Beni, Hud, Vaki'a, Murselat, Amme yetesaelun ve Iza's-Semsu Kuvviret sureleri ihtiyarlatti" cevabini verdi."
Tirmizi, Tefsir, Vaki'a, (3293).

658 - Yine Ibnu Abbas (radiyallahu anhuma)'in anlattigina gore, kendisine Cenab-i Hakk'in su mealdeki kelamindan sual sorulmustur: "Bilin ki, onlar, Kur'an okunurken gizlenmek icin iki buklum olurlar. Bilin ki elbiselerine burunduklerinde bile Allah onlarin gizlediklerini ve aciga vurduklarini bilir. Cunku o, Kalplerde olani bilendir (Hud, 5).
Ibnu Abbas (radiyallahu anhuma) su aciklamayi yapmistir: "Bunlar helada soyununca avret mahallerinin acilip, o manzaralarinin semaya ulasmasindan, keza hanimlariyla cinsi mukarenet sirasinda soyununca ciplak hallerinin semaya ulasmasindan korkup haya duyan, (bu yuzden kendilerine sikinti veren) kimseler hakkinda nazil olmustur."
Buhari, Tefsir, Hud 1.

659 - Ebu Musa el-Es'ari (radiyallahu anh) anlatiyor: Resul-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allahu Teala, zalime biraz firsat tanir, amma bir de yakaladi mi artik pacayi kurtaramaz." Sonra da su ayeti okudular: "Allah kasabalarin zalim halkini yakalayinca boyle yakalar, yakalamasi da siddetli ve elimdir" (Hid, 102).
Tirmizi, rivayetinde: "Firsat tanir (yumli) degil, "muhlet tanir" (yumhil) olmasi muhtemeldir" demistir.
Buhari, Tefsir, Hud 5; Muslim, Birr 61, (2583); Tirmizi, Tefsir, Hud, (3109); Ibnu Mace, Fiten 22, (4018).

660 - Ibnu Mes'ud (radiyallahu anh) anlatiyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'in Resulu! Ben sehrin obur tarafinda bir kadina elledim, cima yapmaksizin onunla nefsimi tatmin ettim. Ve iste ben buradayim, istedigin cezayi ver" dedi.
Hz. Omer atilarak: "Allah seni ortmus, keske sen de kendini ortup aciklamasaydin" dedi. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) hicbir cevap vermedi. Adam kalkip gitti. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) pesine bir adam gondererek onu cagirtip su ayeti okudu: "Gunduzun iki ucunda ve gecenin gunduze yakin zamanlarinda namaz kil. Dogrusu iyilikler kotulukleri giderir... Bu, ogut kabul edenlere bir oguttur" (Hud, 114). Bunun uzerine bir adam: "Ey Allah'in Resulu bu hukum sadece soru sahibi icin mi (baskasina da samil mi)?" diye sordu. Resululah (aleyhissalatu vesselam): "Herkes icin" cevabini verdi.

Buhari, Mevakitu's-Salat 4, Tefsir, Hud 6; Muslim, Tevbe 39, (2763); Tirmizi, Tefsir, Hud, (3111); Ebu Davud, Hudud 32, (4468).




Kütüb-i Sitte, İslam dininin en önemli iki kaynağından biri niteliğindeki sünnet malzemesini meydana getiren ve en sahih (güvenilir) hadislerden oluşan altı hadis kitabına verilen genel isimdir. Söz konusu bu altı kitap Kur’ân-ı Kerim’den sonra en sahih kitaplar olarak kabul edilen Buharî ile Müslim’in Câmiu’s-Sahîh adlı eserleri ile Ebû Davud, Tirmizî, Nesai ve İbn Mace’nin sünen türündeki eserlerinden ibarettir.Kütüb-i Sitte, Arapça “kitaplar” manasına gelen “kütüb” kelimesiyle “altı” manasına gelen “sitte” kelimesinden meydana gelmiş bir tabir olup, “altı kitap” anlamındadır.
.

----
Kütüb-i Sitte Hadis-i Şerif ( 651-660 ) -Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.

Kur’an’ı Kerim

Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:

“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.

İlahi Kitapların Özelliği


İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.

KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)


Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.

KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?

Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler

Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.

Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.