Bu sûre, Mekke'de nâzil olmuştur. 93
(doksanüç) âyettir. "Neml" karınca demektir. 18. âyetinde, Süleyman
aleyhisselâmın ordusuna yol veren karıncalardan söz edildiği için sûre bu ismi
almıştır.
27 – Neml Suresi
Rahmân ve Rahîm
(olan) Allah'ın adıyla.
4. Şüphesiz biz, ahirete inanmayanların
işlerini kendilerine süslü gösterdik; o yüzden bocalar dururlar.
6. (Resûlüm!) Şüphesiz ki bu Kur'an, hikmet
sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir.
7. Hani Musa, ailesine şöyle demişti:
Gerçekten ben bir ateş gördüm. (Gidip) size oradan bir haber getireceğim, yahut
bir ateş parçası getireceğim, umarım ki ısınırsınız!
8. Oraya geldiğinde şöyle seslenildi: Ateşin
bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin Rabbi olan
Allah, eksikliklerden münezzehtir!
10. Asânı at! Musa (asâyı atıp) onu yılan
gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. (Kendisine dedik ki): Ey
Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz.
11. Ancak, kim haksızlık eder, sonra,
işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) çok
bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.
12. Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz
çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan
çıkmış bir kavim olmuşlardır.
14. Kendileri de bunlara yakînen
inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkâr ettiler.
Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!
15. Andolsun ki biz, Davud'a ve Süleyman'a
ilim verdik. Onlar: Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd
olsun, dediler.
16. Süleyman Davud'a vâris oldu ve dedi ki:
Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden (nasip) verildi.
Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.
17. Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve
kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi birarada (onun tarafından)
düzenli olarak sevkediliyordu.
18. Nihayet Karınca vâdisine geldikleri
zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu
farkına varmadan sizi ezmesin! dedi.
19. (Süleyman) onun sözünden dolayı
gülümsedi ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin
nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl.
Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.
20. (Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve
şöyle dedi: Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?
21. Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık
bir delil getirecek ya da onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım!
22. Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: Ben, dedi,
senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru (ve önemli) bir
haber getirdim.
23. Gerçekten, onlara (Sebe'lilere)
hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir
kadınla karşılaştım.
24. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp
güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü
göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.
25. (Şeytan böyle yapmış ki) göklerde ve
yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a
secde etmesinler.
28. Şu mektubumu götür, onu kendilerine
ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak.
29. (Süleyman'ın mektubunu alan
Sebe'melikesi,) "Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup
bırakıldı" dedi.
32. (Sonra Melike) dedi ki: Beyler, ulular!
Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size
danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam.
33. Onlar, şu cevabı verdiler: Biz güçlü
kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir; artık ne
buyuracağını sen düşün.
34. Melike: Hükümdarlar bir memlekete
girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde)
onlar da böyle yapacaklardır, dedi.
35. Ben (şimdi) onlara bir hediye
göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.
36. (Elçiler, hediyelerle) Süleyman'a
gelince şöyle dedi: Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği,
size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz.
37. (Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler
ki, kendilerine asla karşı koyamıyacakları ordularla gelir, onları muhakkak
surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!
38. (Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki:
Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin
tahtını bana getirebilir?
39. Cinlerden bir ifrit: Sen makamından
kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana
güvenebilirsiniz, dedi.
40. Kitaptan (Allah tarafından verilmiş)
bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi.
(Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu,
dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere
Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur,
nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok
kerem sahibidir.
41. (Süleyman devamla) dedi ki: Onun
tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa
tanıyamayanlar arasında mı olacak.
42. Melike gelince: Senin tahtın da böyle
mi? dendi. O şöyle cevap verdi: Tıpkı o! (Süleyman şöyle dedi): Bize daha önce
(Allah'tan) bilgi verilmiş ve biz müslüman olmuştuk.
43. Onu, Allah'tan başka taptığı şeyler (o
zamana kadar tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir
kavimdendi.
44. Ona: Köşke gir! dendi. Melike onu
görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: Bu, billûrdan
yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi. Melike de di ki: Rabbim! Ben gerçekten
kendime yazık etmişim. Süleymanla beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim
oldum.
45. Andolsun ki, "Allah'a kulluk
edin!" (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Hemen
birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler.
46. Sâlih dedi ki: Ey kavmim! İyilik
dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı?
Belki size merhamet edilir.
47. Şöyle dediler: Senin ve
beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık. Sâlih: Size çöken uğursuzluk
(sebebi), Allah katında (yazılı) dır. Hayır, siz imtihana çekilen bir
kavimsiniz, dedi.
48. O şehirde dokuz kişi (elebaşı) vardı
ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç
yanaşmıyorlardı.
49. Allah'a and içerek birbirlerine şöyle
dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da
velisine: "Biz (Sâlih) ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik,
inanın ki doğru söylüyoruz" diyelim.
50. Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de
kendileri farkında olmadan, onların planlarını altüst ettik.
51. Bak işte, tuzaklarının âkıbeti nice
oldu: Onları da; (kendilerine uyan) kavimlerini de (nasıl) toptan helâk ettik!
52. İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş
evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.
54. Lût'u da (peygamber olarak kavmine
gönderdik.) Kavmine şöyle demişti: Göz göre göre hâla o hayâsızlığı yapacak
mısınız?
55. (Bu ilâhî ikazdan sonra hâla) siz, ille
de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz,
beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz!
56. Kavminin cevabı sadece: "Lût
ailesini memleketinizden çıkarın; çünkü onlar (bizim yaptıklarımızdan) uzak
kalmak isteyen insanlarmış!" demelerinden ibaret oldu.
57. Bunun üzerine onu ve ailesini
kurtardık. Yalnız karısı müstesna; onun geride (azaba uğrayanların içinde)
kalmasını takdir ettik.
58. Onların üzerlerine müthiş bir yağmur
indirdik. Bu sebeple, uyarılan (fakat aldırmayan) ların yağmuru ne kötü
olmuştur!
59. (Resûlüm!) De ki: Hamd olsun Allah'a,
selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı, yoksa O'na
koştukları ortaklar mı?
60. (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve
yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye
gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir tanrı mı
var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.
61. (Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü
oturmaya elverişli kılan, aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler
akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı?
Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar.
62. (Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana
kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi
yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Ne kadar da
kıt düşünüyorsunuz!
63. (Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve
denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde
rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Allah,
onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.
64. (Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan
yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden
rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! De ki: Eğer doğru
söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!
65. De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan
başka kimse gaybı bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
66. Hayır; onların ahiret hakkındaki
bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da
ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler.
67. İnkârcılar dediler ki: Sahi, biz ve
atalarımız, toprak olduktan sonra, gerçekten (diriltilip) çıkarılacak mıyız?
68. Andolsun ki, bu tehdit bize yapıldığı
gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, öncekilerin masallarından başka
bir şey değildir.
72. De ki: Çabucak gelmesini istediğiniz
şeyin (azabın) bir kısmı herhalde yakında başınıza gelecektir.
75. Gökte ve yerde göze görünmeyen hiçbir
şey yoktur ki, apaçık bir kitapta (levhi mahfuzda) bulunmasın.
76. Doğrusu bu Kur'an, İsrailoğullarına,
hakkında ihtilâf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır.
80. Bil ki sen ölülere işittiremezsin,
arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da dâveti duyuramazsın.
81. Sen körleri sapıklıklarından çevirip
doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize inanıp da teslim olanlara
duyurabilirsin.
82. O söz başlarına geldiği (kıyamet
yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dâbbe (mahlûk) çıkarırız da, bu onlara
insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.
83. O gün, her ümmet içinden âyetlerimizi
yalan sayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak (hesap yerine) sevkedilirler.
84. Nihayet, (hesap yerine) geldikleri
zaman Allah buyurur: Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan
saydınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi?
85. Yaptıkları haksızlıktan ötürü, (azaba
uğrayacaklarını bildiren) o söz gerçekleşmiştir; artık onlar konuşamazlar.
86. Dinlensinler diye geceyi (karanlık) ve
(çalışsınlar diye) gündüzü aydınlık kıldığımızı görmediler mi? İman eden bir
kavim için elbette bunda birçok ibretler vardır.
87. Sûr'a üfürüldüğü gün, -Allah'ın
diledikleri müstesna-, göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi
boyunları bükük olarak O'na gelirler.
88. Sen dağları görürsün de, onları yerinde
durur sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu,) her
şeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan
tamamıyla haberdardır.
89. Kim iyilikle (ilâhî huzura) gelirse,
ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar.
90. (Rablerinin huzuruna) kötülükle gelen
kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. (Onlara) "Ancak
yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" (denir).
91. (De ki:) Ben ancak, bu şehrin
(Mekke'nin) Rabbine -ki O burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle
emrolundum. Her şey de zaten O'na aittir. Bana müslümanlardan olmam "
emredildi.
92. "Ve Kur'an'ı okumam (emredildi).
Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa
ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.
93. Ve şöyle de: Hamd Allah'a mahsustur. O,
âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız (ama artık
faydası olmayacaktır). Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Diyanet İşleri Meali - Kuranı Kerim
| |||
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme