32-SECDE:
1-4- Kendilerine senden önce bir uyarıcı
gelmemiş olan bir kavmi korkutman için, buyurulduğu üzere "İçlerinde bir
uyarıcı gelip geçmemiş olan hiçbir kavim yoktur." (Fâtır, 35/24). Şu halde
burada "Kendilerine hiçbir uyarıcı gelmedi." denilmesi, "Ey
kitap ehli, peygamberlerin bulunmadığı bir zamanda size (âyetlerimizi)
açıklayan peygamberimiz gelmiştir." (Mâide, 5/19) âyetinin ifadesince
fetret zamanına (peygamber bulunmayan devre) işaret olmuş olur. "...altı
günde... sonra Arş üzerine istivâ etti (hakim oldu)." (A'raf, 7/54. âyete
bkz.)
5-6- Gökten yere, yukarıdan aşağıya emri
tedbir eder (düzenler). Yani O'nun Arş'ta istivâsı (hükümran olması),
Tevrat'tan zannedildiği gibi dinlenmek mânâsına değil, emri düzenlemekle hüküm
ve saltanat yürütmek mânâsınadır.
TEDBİR: Bir işin arkasını görerek ona göre
gereğini tayin etmektir. Allah Teâlâ'nın tedbiri ise, hikmetine göre
dilemesidir. Şu halde burada emir, "Umûr"un tekili olarak
"şe'n" (iş) mânâsınadır. Yani dünyanın işini melekler gibi, semâvî
sebepler ve kuvvetlerle yukarıdan aşağı indirmek suretiyle tedbir ve idare
eder. Sonra da o iş, O'na çıkar. Bu şekilde bir emir, bir iş başladığı noktaya
dönen bir devir ile son bulup kalkar, yalnız Allah'ın ilminde sabit kalır.
Bir günde ki; bazıları bunu yalnız
"Urûc"a bağlamışlarsa da tercih edilen hem "yüdebbiru", hem
"ya'rucu" fiillerinin ikisine birden tenâzu' yoluyla taallukudur.
Yani o emrin inmesi ve çıkması öyle bir günde, o kadar bir zamanda olur ki
miktarı sizin saydıklarınızdan bin sene eder. Demek ki Allah'ın bir iradesinin
hükmü olan bir emir, bir iş, bir olay bazen böyle bin senelik bir devir ile
biter. Onun bir günü, böyle büyük bir devir teşkil eder. Onun için
"gökleri ve yeri altı günde yarattı" denildiği zaman o günleri
rastgele günler zannetmemelidir. Meâric Sûresi'nde (Meâric, 70/4) geleceği
üzere bunun elli bin sene edeni de vardır. Demek ki, bin sene denilmesi örnek
yoluyladır. Yahud bazı tefsircilerin dedikleri gibi "bin" tabiri uzun
bir zamandan kinâyedir. Dolayısıyla daha az ve daha çok olmasına engel değildir.
7-11- Yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır.
Burada "hüsün" güzellik, hikmet ve menfaate uygunluktur. Gül güzel
olduğu gibi dikeni de güzeldir. "Süzülmüş bir özden (sülâleden)...
(Müminûn, 23/12-14. âyetlerine bkz.)
"Değersiz bir sudan" ifadesi,
"sülâle"den bedeldir. Bununla beraber sıfat olması da düşünülebilir.
Meâl-i Şerifi
12- Ey Muhammed! Günahkârların, Rablerinin
huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik,
şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, çünkü biz artık kesin bir
şekilde inanıyoruz." derlerken bir görsen!
13- Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse
hidâyetini verirdik. Fakat benden: "Bütün insanlar ve cinlerden cehennemi
elbette dolduracağım." sözü hak olmuştur.
14- "O halde bu gününüzle karşılaşmayı
unuttuğunuzdan dolayı tadın azabı! İşte biz de sizi unuttuk. Yapmakta olduğunuz
işler yüzünden tadın ebedî azabı!"
15- Bizim âyetlerimize öyle kimseler iman eder
ki, onlarla kendilerine öğüt verildiği zaman secdelere kapanırlar ve Rablerine
hamd ile tesbih ederler de büyüklük taslamazlar.
16- Onların yanları yataklardan uzaklaşır,
korku ve ümid içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz
rızıklardan hayıra sarfederler.
17- Şimdi hiç kimse kendileri için, yaptıklarına
karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden neler gizlenmiş olduğunu bilemez.
18- Öyle ya iman eden kimse, fâsık olan gibi
olur mu? Onlar eşit olamazlar.
19- Evet, iman edip de salih amelleri işleyen
kimselerin, yaptıklarına karşılık bir konukluk (ağırlanma) olarak me'vâ
(barınak) cennetleri vardır.
20- Ama fâsıklık etmiş olanların barınakları
ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya geri çevrilirler ve
kendilerine: "Haydi tadın o ateşin yalanlayıp durduğunuz azabını!"
denir.
21- Şu bir gerçek ki, onlara o en büyük
azabdan önce yakın azabdan (dünyada) da tattıracağız. Umulur ki, (kötülükten)
dönerler.
22- Rabbinin âyetleriyle kendisine öğüt
verilip de, sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim kim olabilir?
Gerçekten biz, günahkârlardan intikam alacağız.
12-16- Çünkü biz sizi unuttuk. Yani unutmuş
gibi cehennemde bıraktık. Yanları yataklardan uzaklaşır, hem korku, hem umutla
Rablerine dua ederler; gece kalkar teheccüd kılarlar. Bir çokları Muaz b. Cebel
(r.a.)den sahih olarak rivayet etmişlerdir ki, şöyle demiştir: "Bir
seferinde peygamber (s.a.v.) ile beraberdim. Birgün yanında sabah etmiştim,
yürüyorduk. 'Ey Allah'ın peygamberi' dedim. 'Bana bir amel haber ver ki, beni
cennete koysun, cehennemden uzaklaştırsın.' Buyurdu ki: 'Büyük birşey sordun,
bununla beraber o, Allah Teâlâ'nın nasib ettiği kimseye kolaydır, Allah'a
ibadet edersin, O'na hiç ortak koşmazsın, namazı kılarsın, zekâtı verirsin,
Ramazan orucunu tutarsın, Kabe'yi haccedersin.' Sonra buyurdu ki: 'Sana hayır
kapılarını göstereyim mi? Oruç kalkandır, sadaka hataları söndürür ve gecenin
göbeğinde adamın namazı' dedi. Sonra "Onların yanları yataklardan
uzaklaşır..." diye iki âyet okudu" .
17-22- Şimdi hiçbir kimse bilmez. Ve Allah'a
yakın bir melek, ne de Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber. Onların
yaptıkları amellere mükafat olarak kendileri için gözler aydınlığından,
sevinçten neler gizlenmekte!.. Buharî ve diğerlerinde Resûl-i Ekrem (s.a.v.)den
şu kudsî hadis rivayet olunmaktadır: "Allah Teâlâ buyuruyor ki: Ben salih
kullarıma öyle şeyler hazırlamışımdır ki, hiçbir göz görmemiş, kulaklar
işitmemiş, bir insanın hatırından da geçmemiştir." "(Onlara en büyük
azabdan başka bir de yakın azabdan (tattıracağız)." Azab-ı ednâ; yakın
azab, dünya azabı aza-ı ekber de âhiret azabıdır.
Meâl-i Şerifi
23- Andolsun ki biz vaktiyle Musa'ya kitap
vermiştik. Şimdi de sen ona (öyle bir kitaba) kavuşmaktan şüphe içinde olma.
Biz onu İsrailoğullarına doğru yolu göstren bir rehber kılmıştık.
24- Onların içinden, sabrettikleri zaman bizim
emrimizle doğru yola ileten önderler yetiştirmiştik. Onlar, bizim âyetlerimize
kesin bir şekilde inanıyorlardı.
25- Şimdi ihtilafa düştükleri şeyler hakkında
şüphesiz ki Rabbin kıyamet günü aralarında ayırıcı hükmü verecektir.
26- Kendilerinden önce, yurtlarında gezip
dolaşmakta oldukları nice kuşakları helâk etmiş olmamız, daha onları doğru yola
iletmedi mi? Şüphesiz bunda nice ibretler vardır. Hâlâ kulak vermeyecekler mi?
27- Ya hiç görmediler mi ki, biz kır yere suyu
salıveriyoruz da onunla bir ekin çıkarıyoruz. Ondan hayvanları da yiyor,
kendileri de. Hâlâ gözlerini açmayacaklar mı?
28- Bir de "Ne zaman o fetih, eğer doğru
söylüyorsanız?" diyorlar.
29- De ki: "İnkâr edenlere o fetih günü
iman etmeleri fayda vermez ve onlara göz açtırılmaz."
30- Şimdi sen onlardan yüz çevir de gözet.
Çünkü onlar da gözetmektedirler.
23-30- Şimdi sen ona kavuşmaktan şüphe içinde
olma. Yani vaktiyle Musa'ya verdiğimiz gibi şimdi de sûrenin başında
açıklandığı üzere sana kitap veriyoruz. Bunda zerre kadar şüpheye düşme.
Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim
| |||