18 - Kehf Suresi - Yaşar Nuri Öztürk Meali
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Hamt o
Allah'a ki, kuluna Kitap'ı, kendisinde hiçbir eğiklik ve çelişme yapmaksızın
indirdi.
2. Katından
dosdoğru gelen açık bir söz olarak indirdi onu. Ki, zorlu bir iş ve oluş
konusunda uyarsın ve barışa yönelik hayırlı ameller sergileyen müminlere, kendileri
için güzel bir ödül öngörüldüğünü muştulasın...
3. Onlar, o
hal üzere sonsuza dek kalıcıdırlar.
4. Ve
"Allah bir çocuk edindi" diyenleri uyarsın diye indirdi onu.
5. Ona
ilişkin ne kendilerinin bir ilmi vardır ne de atalarının. Söz olarak ne büyüktür
ağızlarından çıkıveren! Onlar bir yalandan başka şey söylemiyorlar.
6. Şimdi sen,
bu söze inanmazlarsa, belki de arkalarından kendini eritircesine üzüleceksin.
7. Biz,
yeryüzündeki şeyleri ona bir süs yaptık ki, insanları, içlerinden hangisi amel
yönünden daha güzeldir diye imtihan edelim.
8. Ve şu da
bir gerçek ki biz, yeryüzündeki her şeyi, bitki bitirmeyen/kıtlık ve ölüme yol
açan kupkuru bir toprak haline elbette getireceğiz.
9. Yoksa sen
o Ashab-ı Kehf'i, mağara ve kitabe yâranını, bizim ayetlerimizden, hayrete
düşüren bir tanesi mi sandın?
10. Hani, o
yiğit gençler o mağaraya sığındılar da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz,
katından bir rahmet ver bize ve bizim için bir çıkış yolu lütfet işimize."
11. Bunun
üzerine birçok yıl boyunca mağarada onların kulakları üzerine ağırlık vurduk.
12. Sonra
onları dirilttik ki, iki zümreden hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap
edebileceğini bilelim.
13. Biz onların
haberlerini sana doğru bir şekilde anlatacağız. Şu bir gerçek ki onlar,
Rablerine iman etmiş bir yiğitler grubuydu. Ve biz de onların hidayetini
artırdık.
14. Kalpleriyle
aramızda bir bağ kurduk/kalplerini dayanıklı kıldık. Kalkıp şöyle dediler:
"Rabbimiz, göklerin ve yerin rabbidir. O'ndan başka hiçbir ilaha
yakarmayız. Aksini yaparsak saçma söz söylemiş oluruz."
15. "Şunlar,
şu kavmimiz O'ndan başka ilahlar edindiler. Onlar hakkında açık bir kanıt
getirselerdi ya! Yalan düzerek Allah'a iftira edenden daha zalim kim
olabilir?!"
16. "Madem
ki onlardan ve Allah dışındaki taptıklarınızdan yüz çevirip kenara çekildiniz,
hadi mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden bir nasip yaysın ve
işinizde size kolaylık ve başarı sağlasın."
17. Güneş'i
görüyorsun: Doğduğu vakit mağaralarından sağ tarafa kayar, battığı vakit ise
onları sol tarafa doğru makaslayıp geçer. Böylece onlar mağaranın geniş boşluğu
içindedirler. Bu, Allah'ın mucizelerindendir. Allah'ın kılavuzluk ettiği,
doğruyu bulmuştur. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren bir velî asla
bulamazsın.
18. Sen onları
uyanıktırlar sanırsın; oysaki onlar uykudadırlar. Onları sağ tarafa da sol
tarafa da çeviririz. Köpekleri de iki kolunu girişe uzatıp yaymıştır. Onların
durumunu görseydin kesinlikle onlardan yüz çevirip kaçardın. Ve onlardan içinde
mutlaka korku doldurulurdu.
19. İşte
böyle! Onları dirilttik ki, birbirlerine sorup dursunlar. İçlerinden biri şöyle
konuştu: "Ne kadar durdunuz?" Dediler: "Bir gün yahut günün bir
parçası kadar." Dediler: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi
bilir. Siz şimdi birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; kentin
hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir rızık getirsin. Ama nazik ve kurnaz
davransın ki, sizi kimseye fark ettirmesin."
20. "Çünkü
onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler yahut da sizi
kendilerinin milletine döndürürler. O takdirde bir daha asla
kurtulamazsınız."
21. Böylece
insanları onlar hakkında bilgilendirdik ki, Allah'ın vaadinin hak, kıyamet saatinin
de kuşkusuz olduğunu bilsinler. Çünkü onlar, aralarında mağara yârarının
durumunu tartışıyorlardı. "Onların üstüne bir bina kurun." dediler.
Rableri onları daha iyi bilir. Onlar hakkında görüşleri galip gelenlerse şöyle
dediler: "Üzerlerine mutlaka bir mescit edineceğiz."
22. "Üç
kişiydiler, dördüncüleri köpekleriydi." diyecekler. Şunu da diyecekler:
"Beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi." Gaybı
taşlamaktır/bilinmeyen şey hakkında atıp tutmaktır bu. Şöyle de derler:
"Yedi kişidirler, sekizincileri de köpekleridir." De ki:
"Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan, çok
azdır." O halde, onlar hakkında yüzeysel bir tartışma dışında hiçbir
çekişmeye girme. Onlar hakkında, konuşup duranlardan hiç kimseye bir şey sorma.
23. Hiçbir şey
için, "Ben bunu yarın kesinlikle yapacağım." deme.
24. "Allah
dilerse" şeklinde söyleyebilirsin. Unuttuğunda, Rabbini an. Ve de:
"Umarım ki Rabbim beni, bundan daha yakın bir zamanda başarıya/aydınlığa
ulaştırır."
25. Onlar,
mağaralarında üçyüz yıl kaldılar; dokuz da ilave ettiler.
26. De ki:
"Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. O'nun elindedir
göklerin ve yerin gaybı. Ne güzel görendir O, ne güzel işitendir. Onların,
O'ndan başka bir dostları da yoktur. Ve O, hükmüne hiç kimseyi ortak
etmez."
27. Rabbinin
kitabından sana vahyedileni oku. O'nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kudret
yoktur. O'nun dışında bir sığınak/bir dayanak asla bulamazsın.
28. Benliğini,
sabah-akşam yüzünü isteyerek rablerine yalvaranlarla beraber tut. İğreti dünya
hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırıp uzaklaştırma. Ve sakın,
kalbinin bizim zikrimizden/Kur'anımızdan gafil koyduğumuz, boş arzularına uymuş
kişiye boyun eğme. Böylesinin işi hep aşırılıktır.
29. Ve de ki:
"Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin."
Biz, zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı/duvarı/dumanı onları
çepeçevre kuşatmıştır. Eğer yardım dileseler, erimiş maden gibi yüzleri pişiren
bir su ile yardımlarına koşulur. O ne kötü içecek, o ne kötü sığınak/dayanak!
30. İman edip
hayra ve barışa yönelik ameller sergileyenlere gelince, kuşkusuz ki biz, güzel
iş yapanların ödülünü yitirmeyeceğiz.
31. Bunlar
için, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle
süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyip koltuklar üzerine
kurulacaklar. O ne güzel karşılık, o ne güzel dayanak!
32. Onlara
örnek olarak şu iki adamı ver: Bunlardan birine, üzümlerden oluşan iki bağlık
vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, aralarına da ekinler
serpiştirmiştik.
33. İki bağ da
yemişlerini vermiş o adamdan hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. İkisinin
ortasından bir de nehir fışkırtmışız.
34. Adamın
başka bir geliri de vardı. Bu yüzden, arkadaşlarıyla konuştuğu bir sırada ona
şöyle demişti: "Ben, malca senden zengin, insan unsuru bakımından da güçlü
ve onurluyum."
35. Ve
böylece, öz benliğine zulüm ede ede bağlığına girdi. Şöyle konuştu: "Bunun
sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum."
36. "Kıyametin
kopacağını da sanmıyorum. Ama eğer Rabbime döndürülüp götürülürsem, bundan daha
iyisini bulacağımdan eminim."
37. Kendisiyle
konuşan arkadaşı ona dedi ki: "Sen, seni topraktan, sonra meniden yaratıp
sonra da bir adam olarak biçimlendiren kudrete nankörlük mü ettin?"
38. "Lâkin,
o Allah benim Rabbimdir. Ve ben, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam."
39. "Bağına
girdiğinde, "Mâşallah, kuvvet yalnız Allah'tandır!" desen olmaz
mıydı? Gerçi sen beni, malca ve evlatça senden basit görüyorsun ama,
40. Olabilir
ki, Rabbim bana senin bağından daha değerlisini verir; seninkinin üzerine de
gökten bir âfet gönderir de bağlığın yalçın bir toprak kesilir."
41. Yahut suyu
dibe çekilir de bir daha onu isteyemezsin bile."
42. Derken
bütün ürününe el kondu. Bağ sahibi, çardakları üzerine çökmüş bulunan bağ için
harcadıklarına vahlanarak avuçlarını ovuşturuyor ve şöyle diyordu: "Ne
olurdu, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım!"
43. Allah
dışında kendisine yardım edecek bir topluluğu da çıkmadı. Kendi kendini de
kurtaramadı.
44. İşte böyle
bir durumda, dostluk ve koruma, hak olan Allah'tandır. O, karşılık verme
bakımından da hayırlıdır, iş sonuçlandırma bakımından da hayırlıdır.
45. Dünya
hayatının şu su örneği gibi olduğunu onlara anlat: "O suyu gökten
indirdik. Yerin bitkisi onunla karıştı. Derken o bitki, rüzgârların savurup
döllediği parçacıklara dönüştü. Allah her şey üzerinde Muktedir'dir, gücü her
şeye yeter.
46. Mal ve
oğullar, şu iğreti dünya hayatının süsüdür. Barışa ve hayra yönelik kalıcı
eylemlerse, Rabbin katında sevapça da üstündür, beklenti bakımından da.
47. Gün olur,
dağları yürütürüz de yeryüzünü çırılçıplak görürsün. İnsanları huzurumuzda
toplamış, içlerinden hiçbirisini hesap dışı bırakmamışızdır.
48. Hepsi,
saflar halinde Rabbine arz edilmiştir. Yemin olsun, sizi ilk kez yarattığımız
gibi yine bize geldiniz. Ama siz, sizin için hesabın görüleceği bir zaman
belirlemeyeceğimizi sanmıştınız.
49. Kitap
ortaya konulmuştur. Günahkârların, onun içindekilerden korkup ürpererek şöyle
dediklerini görürsün: "Vay başımıza! Ne biçim kitap bu! Ne küçük bırakmış
ne büyük. Hepsini sayıp dökmüş!" Yapıp ettiklerini hazır bulmuşlardır.
Rabbin hiç kimseye zulmetmiyor.
50. Hani, biz
meleklere "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde
etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, benim
beri yanımdan, onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin
düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!
51. Ben onları
ne göklerle yerin yaratılmasına, hatta ne kendilerinin yaratılmasına tanık
tuttum. Ben, sapıp gitmişleri yardımcı edinecek değilim.
52. Bir gün
Allah şöyle diyecektir: "O bir şey zannettiğiniz ortaklarımı
çağırın!" Hemen çağırdılar ama onlar kendilerine cevap vermedi. Biz
onların aralarına tehlikeli bir uçurum/yıkıcı bir düşmanlık koyduk.
53. Suçlular,
ateşi gördüler de onun içine düşeceklerini anladılar; fakat ondan kaçıp
kurtulmaya bir yol bulamadılar.
54. Yemin
olsun, biz, bu Kur'an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle
gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.
55. Kendilerine
hidayet geldikten sonra, insanları iman etmekten, Rablerinden af dilemekten
alıkoyan şey şundan başkası değildir: Evvelkilerin yol ve yöntemlerinin
kendilerine de gelmesini yahut bizzat azabın karşılarına dikilivermesini
beklemek.
56. Biz,
elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar
ise bâtıla yapışarak onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar,
ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler.
57. Kendisine
Rabbinin ayetleri hatırlatıldığı halde, onlardan yüz çeviren ve iki elinin
hazırlayıp önden gönderdiği şeyleri unutandan daha zalim kim olabilir? Şu bir
gerçek ki, biz onların kalpleri üzerine onu anlamamaları için kabuklar
geçirdik, kulakları içine de ağırlıklar koyduk. Onları hidayete çağırsan da bu
durumda hidayete asla ulaşamazlar.
58. O
affedici, o rahmet sahibi Rabbin, onları, kazandıkları yüzünden hesaba
çekseydi, kendileri için azabı mutlaka çabuklaştırırdı. Böyle olmamıştır, ama
onlar için, hiçbir kaçıp kurtulma imkânı bulamayacakları bir hesap sorma zamanı
öngörülmüştür.
59. İşte sana
bir yığın kent/medeniyet. Zulme saptıklarında onları helâk ettik. Onları helâk
etmek için de bir süre belirlemiştik.
60. Bir zaman
Mûsa, genç dostuna şöyle demişti: "İki denizin birleştiği yere kadar hiç
durmadan yürüyeceğim yahut da seneler ve seneler harcayacağım."
61. Bu ikisi,
iki denizin birleştiği yere vardıklarında, balıklarını unuttular. Bunun üzerine
balık da denizde bir deliğe doğru yola koyuldu.
62. Orayı
geçtiklerinde Mûsa, genç arkadaşına dedi ki: "Hadi, getir şu sabah
yemeğimizi. Vallahi bu yolculuğumuz yüzünden epey çektik."
63. Genç adam
dedi: "Bak sen şu işe, hani kayaya sığınmıştık ya, işte o sırada balığı
unuttum. Onu hatırlamamı bana unutturan, şeytandan başkası değildi. Balık,
denizin içinde acaip bir biçimde yolunu tuttu."
64. Mûsa:
"Arayıp durduğumuz işte o idi." dedi. Bunun üzerine kendi izlerini
sürerek gerisingeri döndüler.
65. Orada,
kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş,
lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik.
66. Mûsa ona
dedi ki: "Sana öğretilenden bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen
şartıyla sana tâbi olayım mı?"
67. Dedi:
"Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın."
68. "Havsalanın
almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?"
69. Mûsa dedi
ki: "Allah dilerse beni sabırlı bulacaksın; hiçbir işte sana karşı
gelmeyeceğim."
70. Dedi:
"Bak, eğer bana uyarsan, ben sana kendisinden bahis açıncaya değin hiçbir
şey hakkında bana soru sorma!"
71. İkisi
birlikte yola koyuldular. Bir süre sonra gemiye bindiklerinde, tuttu gemiyi
deliverdi. Mûsa dedi: "İçindekileri boğmak için mi deldin onu? Vallahi
korkunç bir iş yaptın!"
72. Dedi:
"Ben söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın!"
73. Mûsa dedi:
"Unuttuğum için beni azarlama; bu yaptığımdan dolayı da bana zorluk
çıkarma."
74. Yine yola
koyuldular. Bir süre sonra bir oğlana rast geldiler; tuttu onu öldürdü. Mûsa
dedi: "Tertemiz bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın öldürdün ha!?
Vallahi çok kötü bir iş yaptın!"
75. Dedi:
"Ben sana söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın."
76. Mûsa dedi
ki: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme.
Vallahi, öyle bir durumda benden ayrılmakta mazur sayılacaksın."
77. Yine yola
koyuldular. Biraz sonra bir kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama
onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Orada, yıkılmayı bekleyen bir
duvara rastladılar; genç adam tuttu onu onardı. Mûsa "İsteseydin buna
karşılık bir ücret elbette alırdın." dedi.
78. Dedi ki:
"İşte bu, seninle benim aramın ayrılmasıdır. Şimdi sana tahammül
edemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."
79. "Gemiden
başlayayım: O gemi, denizde işçilik yapan bir grup yoksulundu. Ben onu kusurlu
hale getirmek istedim. Çünkü biraz ötelerinde bir kral vardı; tüm gemilere
zorla el koyuyordu."
80. "Oğlan
çocuğa gelince: Onun anası-babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları azgınlık ve
inkâra sürüklemesinden korktuk."
81. "Diledik
ki, Rableri onlara o çocuktan temizlikçe daha üstün, merhametçe daha
gelişmişini versin."
82. "Ve
duvar. Duvar, o kentte yaşayan iki yetim oğlanındı. Altında, oğlanlara ait bir
define vardı. Oğlanların babası da hayır ve barış seven bir kimse olarak
yaşamıştı. Rabbin istedi ki, o çocuklar ergenliklerine ulaşsınlar da Rabbinden
bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendi buyruğumun sonucu
olarak yapmadım. İşte senin sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin içyüzü
budur."
83. Sana Zülkarneyn'den
de sorarlar: De ki: "Size ondan bir hatıra okuyacağım."
84. Biz onun
için yeryüzünde güç ve saltanat hazırladık ve ona her şeyden bir sebep verdik.
85. O da bir
sebebi izledi.
86. Nihayet,
Güneş'in battığı yere varınca onu kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun
yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap
edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın."
87. Dedi:
"Zulmedene azap edeceğiz; sonra Rabbine döndürülecek; O da onu görülmedik
bir azaba çeker."
88. "İman
edip hayra ve barışa yönelik iş yapana gelince, onun için ödül olarak en güzeli
var. Ve ona, buyruğumuzdan, kolay olanı söyleyeceğiz."
89. Sonra bir
sebebi daha izledi.
90. Bir süre
sonra, Güneş'in doğduğu yere varınca onu, ona karşı kendilerine bir siper
yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğar buldu.
91. İşte
böyle! Biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.
92. Sonra yine
bir sebebi izledi.
93. Nihayet, iki
set arasında ulaştı. Setler arasında öyle bir topluluk buldu ki neredeyse söz
anlamıyorlardı.
94. Dediler:
"Ey Zülkarneyn! Ye'cûc ve Me'cûc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla
bizim aramızda bir set yapman şartıyla sana vergi verelim mi?"
95. Dedi:
"Rabbimin beni içinde tuttuğu imkân ve güç daha üstündür. Siz bana
bedensel gücünüzle destek verin de onlarla sizin aranıza çok muhkem bir engel
çekeyim."
96. "Bana
demir kütleleri getirin!" İki ucu tam denkleştirince,
"Körükleyin!" dedi. Onu ateş haline koyunca da "Getirin bana,
üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.
97. Artık onu
ne aşabildiler ne delebildiler.
98. Dedi:
"Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder.
Ve Rabbimin vaadi haktır."
99. O gün
onları bırakmışızdır, birbirleri içinde dalgalanırlar. Sûra da üflenmiştir;
hepsini bir araya toplamışızdır.
100. O gün,
cehennemi, inkârcılara öyle bir sunmuşuzdur ki!...
101. Onlar,
gözleri benim zikrim/Kur'anım karşısında perde içinde olan insanlardı.
Dinlemeye dayanamıyorlardı.
102. Küfre
sapanlar, beni bırakıp da kullarımı veliler edineceklerini mi sandılar. Biz
cehennemi bir konuk evi olarak inkârcılar için hazırladık.
103. De ki:
"Amelleri bakımından hüsrana en çok batanları size haber vereyim mi?"
104. O
kimselerdir ki, dünya hayatındaki çabaları boşa gitmiştir de onlar
sanayileşmeyi/işi hâlâ güzel yaptıklarını sanırlar.
105. Bunlar,
Rablerinin ayetlerini ve O'na ulaşmayı inkâr etmişler de bütün amelleri boşa
çıkmıştır. Bu yüzden kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/onlara
hiçbir değer vermeyiz.
106. İşte
böyle! Cezaları cehennemdir. Çünkü nankörlük ettiler; ayetlerimi ve resullerini
eğlence aracı yaptılar.
107. İman edip
hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onların konuk evleri Firdevs
cennetleri olacaktır.
108. Sürekli
kalacaklardır orada. Çıkmak istemeyeceklerdir oradan.
109. De ki:
"Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri
tükenmeden önce deniz mutlaka biter. Bir o kadarını daha getirsek de
yetmez."
110. De ki:
"Ben de sizin gibi bir insanım. Ancak, tanrınızın bir tek tanrı olduğu
bana vahyediliyor. O halde, Rabbine kavuşmayı uman, hayra ve barışa yönelik iş
yapsın ve Rabbine ibadette hiç kimseyi O'na ortak koşmasın!"
Yaşar Nuri Öztürk Meali - Kuranı Kerim
| |||