7 - Araf Suresi - Yaşar Nuri Öztürk Meali
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Elif,
Lâm, Mîm, Sâd.
2. Bir
kitaptır bu; sana indirildi, onunla uyarıda bulunasın diye ve inananlar için
bir öğüt ve düşündürme olarak... O halde, bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı
olmasın.
3.
Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden birtakım velilerin ardına
düşmeyin. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
4. Nice
yurtları ve medeniyetleri yere batırdık biz. Öyle ki, geceleyin yahut öğlen
uykusu uyumakta oldukları bir sırada azabımız tepelerine iniverdi.
5.
Azabımız onlara gelip çattığında, yaptıkları, şu çığlığı yükseltmekten başka
bir şey olmamıştır: Biz gerçekten zalimlerdik.
6. Yemin
olsun, kendilerine elçi gönderilenleri muhakkak hesaba çekeceğiz; gönderilen
elçileri de mutlaka hesaba çekeceğiz.
7. Onlara
bir ilmin tanıklığında/bir ilmin aracılığıyla bütün serüveni mutlaka
anlatacağız. Biz olup bitenlerden habersiz değildik.
8. O gün,
iyi ve kötüyü ayıran ölçü haktır. Artık kimin ölçülüp tartılacak şeyleri ağır
basarsa kurtuluşa erenler onlar olacaktır.
9. Ölçülüp
tartılacak şeyleri hafif kalanlara gelince, işte onlar, ayetlerimize karşı
zalimce davranışlar sergilemiş oldukları için, öz benliklerini hüsrana itmiş
olacaklar.
10. Yemin
olsun, sizi yeryüzünde yerleştirdik ve sizin için orada, geçiminize yarayacak
nimet ve imkânlara vücut verdik. Ne de az şükrediyorsunuz!
11.
Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere
"Âdem'e secde edin" dedik. Onlar da secde ettiler. Ama İblis etmedi,
secde edenlerden olmadı o.
12. Allah
buyurdu: "Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?" İblis
dedi: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan
yarattın."
13.
Buyurdu: "O halde in oradan. Senin haddine mi orada büyüklük taslamak!
Hadi çık! Sen alçaklardansın."
14. Dedi:
"İnsanların diriltileceği güne kadar bana süre ver."
15.
Buyurdu: "Süre verilenlerdensin."
16. Dedi:
"Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru
yolun üzerine kurulacağım."
17.
"Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından musallat
olacağım. Birçoklarını şükreder bulamayacaksın."
18. Allah
buyurdu: "Çık oradan. Yenik düşmüş ve kovulmuş olarak. Onlardan sana uyan
olursa yemin olsun ki, cehennemi tamamen sizden dolduracağım."
19.
"Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, dilediğiniz yerden yiyin ama şu
ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz."
20.
Derken, şeytan, kendilerinden gizlenmiş çirkin yerlerini onlara açmak için
ikisine de vesvese verdi. Dedi: "Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması,
iki melek olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız diyedir."
21. Ve
onlara, "-Ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti.
22.
Nihayet onları kandırarak aşağı çekti. O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri
kendilerine açıldı. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeye
başladılar. Rableri onlara seslendi: "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı?
Ben size, şeytan sizin için açık bir düşmandır demedim mi?"
23.
"Ey Rabbimiz, dediler, öz benliklerimize zulmettik. Eğer bizi affetmez,
bize acımazsan elbette ki hüsrana uğrayanlardan olacağız."
23.
"Ey Rabbimiz, dediler, öz benliklerimize zulmettik. Eğer bizi affetmez,
bize acımazsan elbette ki hüsrana uğrayanlardan olacağız."
24.
Buyurdu: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belirli bir
süreye kadar mekân tutmanız ve nimetlendirilmeniz öngörülmüştür."
25.
Buyurdu: "Orada hayat bulacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan
çıkarılacaksınız."
26. Ey
âdemoğulları! Şu bir gerçek ki size, edep yerlerinizi örtecek giysi de
indirdik, süs ve gösterişe yarayacak giysi de... Ama korunup sakınmaya yarayan
giysi en hayırlısıdır. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Düşünüp öğüt almaları
umuluyor.
27. Ey
âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, edep yerlerini onlara göstermek için
elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sakın size de bir fitne musallat
etmesin. Çünkü o ve kabilesi sizi, onları göremeyeceğiniz yerden görürler. Biz
o şeytanları, inanmayanlara dostlar yaptık.
28. Bir
iğrençlik yaptıklarında şöyle derler: "Atalarımızı bu hal üzere bulmuştuk.
Yani Allah emretti bize bunu." De ki: "Allah, edepsizliği/iğrençliği
emretmez. Allah hakkında, bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"
29. Şunu
da söyle: "Rabbim bana adaleti emretti. Her mescitte yüzlerinizi O'na
doğrultun. Dini yalnız O'na özgüleyerek O'na yakarın. Tıpkı sizi ilk yarattığı
gibi O'na döneceksiniz."
30. Bir
kısmını iyiye ve güzele kılavuzladı, bir kısmının üzerine de sapıklık hak oldu.
Onlar, Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Bir de kendilerinin
hidayet üzere olduklarını sanırlar.
31. Ey
âdemoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için
fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.
32. De ki:
"Allah'ın kulları için çıkardığı süsü, güzel, temiz ve tatlı rızıkları kim
haram etmiş?" De ki: "Dünya hayatında onlar, inananlar için de var.
Kıyamet gününde ise yalnız inananlar içindir onlar." Bilgiden nasipli bir
topluluk için biz, ayetleri böyle ayrıntılı kılıyoruz.
33. De ki:
"Rabbim, ancak şunları haram kıldı: "İğrençlikleri-görünenini, gizli
olanını-günahı, haksız yere saldırmayı, hakkında hiçbir kanıt indirmediği şeyi
Allah'a ortak koşmayı, bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeyi."
34. Her
ümmet için belirlenmiş bir süre vardır. Süreleri dolunca ne bir saat geri
kalırlar ne de öne geçerler.
35. Ey
âdemoğulları! İçinizden size ayetlerimi yüzünüze karşı anlatan resuller
geldiğinde, korunup hallerini düzeltenlere hiçbir korku dokunmayacaktır. Onlar
tasalanmayacaklardır da.
36.
Ayetlerimizi yalanlayıp onlar karşısında burun kıvıranlara gelince, bunlar
ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır onun içinde.
37. Yalan
düzerek Allah'a iftira eden yahut O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim
vardır? İşte bunların Kitap'tan nasipleri kendilerine ulaşır, nihayet
elçilerimiz onlara gelip canlarını alırken şöyle derler: "Allah'ın
berisinden yakardıklarınız nerede?" Şu cevabı verirler: "Bizden
uzaklaşıp kayboldular." Böylece, öz benlikleri aleyhine kendilerinin kâfir
olduğuna tanıklık ettiler.
38. Allah
buyurdu: "Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan topluluklarıyla iç içe
girin bakalım ateşe." Her ümmet girdiğinde, yoldaşına/kızkardeşine lanet
eder. Nihayet, hepsi orada bir araya gelince, sonrakiler öncekiler için şöyle
derler: "Rabbimiz! Bizi bunlar saptırdılar. Ateş azabını bunlara bir kat
daha fazla ver." Allah buyurur: "Her biri için bir kat fazlası var,
fakat siz bilmezsiniz!"
39.
Öncekiler de sonrakiler için şöyle konuşurlar: "Artık sizin, bizim
üzerimizde bir üstünlüğünüz yok. O halde kazandıklarınıza karşılık azabı
tadın."
40.
Ayetlerimizi yalanlayan ve onlar karşısında büyüklük taslayanlar var ya, gök
kapıları açılamayacaktır onlar için ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar
cennete giremeyeceklerdir onlar. Suçluları böyle cezalandırırız biz.
41. Onlar
için cehennemden bir döşek/beşik ve üstlerinde kılıflar vardır. Zalimleri böyle
cezalandırırız biz.
42. İman
edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar -ki biz, her benliğe ancak
yaratılış kapasitesi ölçüsünde görev yükleriz- ise cennetin dostlarıdır.
Sürekli kalacaklardır orada.
43.
Göğüslerinde düşmanlıktan ne varsa söküp atmışızdır. Irmaklar akar altlarından.
Şöyle derler: "Hamt olsun bizi buraya ulaştıran Allah'a. Eğer Allah bize
kılavuzluk etmeseydi, biz buraya ulaşamazdık. Yemin olsun ki, Rabbimizin
resulleri gerçeği getirmişler." Şöyle seslenilir: "İşte size,
yaptıklarınıza karşılık mirasçı kılındığınız cennet!"
44. Cennet
halkı ateş halkına şöyle seslenir: "Biz, Rabbimizin bize vaat ettiğini
gerçek bulduk. Peki siz, Rabbinizin size vaat ettiğini gerçek buldunuz
mu?" Onlar, "Evet!" derler. Aralarından bir duyurucu şunu ilan
eder: "Allah'ın laneti, zalimlerin üzerine olsun!"
45. Onlar
ki, Allah'ın yolundan geri çevirip yolun eğri-büğrüsünü isterler, onlar âhireti
de inkâr edenlerdir.
46. İki
taraf arasında bir perde, A'raf üzerinde de herkesi yüzlerinden tanıyan erler
vardır. Cennet halkı, özleyip durdukları halde henüz ona girmemiş olanlara
şöyle seslenirler: "Selam size!"
47.
Gözleri ateş halkı tarafına çevrildiğinde de şöyle yakardılar: "Ey
Rabbimiz, bizleri, zalimler topluluğuyla birleştirme!"
48. A'raf
halkı, yüzlerinden tanıdıkları bazı erkeklere seslenip şöyle derler: "Bir
araya gelmeniz de büyüklük taslamanız da size hiçbir yarar sağlamadı."
49.
"Şunlar mıydı o, 'Allah kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyecek' diye
yemin ettikleriniz?" Ey cennetlikler! Siz de girin cennete. Ne bir korku
var size ne de kederleneceksiniz.
50. Ateş
halkı, cennet halkına seslenir: "Şu sudan yahut Allah'ın sizi
rızıklandırdığından biraz da bize akıtın." Şu cevabı verirler:
"Allah, o ikisini de, küfre sapanlara haram kılmıştır."
51. Onlar
kendi dinlerini eğlence ve oyun haline getirdiler, iğreti hayat onları aldattı.
Onlar bugüne kavuşacaklarını unutmuşlardı. Ayetlerimize karşı direniyorlardı.
Bugün de biz onları unutuyoruz.
52. Yemin
olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap
getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o.
53. Onun
yalnız tevilini gözetirler. Onun tevili geldiği gün, daha önce onu unutanlar
şöyle derler: "İnan olsun, Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler! Acaba
bizim için şefaatçılar var mı ki, bize şefaat etsinler; yahut daha önce
yaptıklarımızdan başkasını yapalım diye geri gönderilebilir miyiz?" Öz
benliklerini hüsrana ittiler. İftiralarına âlet ettikleri, onlardan uzaklaşıp
kayboldu.
54.
Rabbiniz o Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmış, sonra da arş
üzerinde egemenlik kurmuştur. Geceyi gündüze bürüyüp örter. O bunu, bu da onu
aralıksız ve titiz bir biçimde kovalar durur. Güneş, Ay, yıldızlar O'nun emrine
boyun eğmiş. Gözünüzü açın; yaratış da O'nundur, emir veriş de/yaratış da O'nun
içindir, emir veriş de. Âlemlerin Rabbi olan Allah çok yücedir.
55.
Rabbinize; boyun bükerek, gizlice/ürpererek yakarın. O, haddi
aşanları/azmışları sevmez.
56.
Yeryüzünde, orası barışa kavuştuktan sonra bozgun çıkarmayın. Ürpererek ve ümit
ederek dua edin O'na. Hiç kuşkusuz, Allah'ın rahmeti, güzel düşünüp güzel iş
yapanlara çok yakındır.
57.
Rüzgârları, rahmetinin önünden müjdeci gönderen O'dur. Nihayet onlar, yüklerle
ağırlaşmış bulutları yüklenince onu ölü bir beldeye göndeririz; onunla su
indiririz de o suyla her türlü meyveyi çıkarırız. İşte biz, ölüleri de böyle
çıkarırız. Düşünüp ibret almanız umuluyor.
58. Güzel
ve temiz beldenin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar. Pis ve çorak beldeden ise
zararlı bitkiden başkası çıkmaz. Şükreden bir topluluk için ayetleri işte böyle
çeşitli şekillerde sergiliyoruz.
59. Yemin
olsun ki biz, Nûh'u toplumuna gönderdik de o şöyle dedi: "Ey toplumum!
Allah'a kulluk ve ibadet edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yok. Üstünüze çok
büyük bir azabın inmesinden korkuyorum."
60.
Toplumunun kodamanları dediler ki: "Vallahi biz seni açık bir sapıklık
içinde görüyoruz."
61. Nûh
dedi: "Ey toplumum! Sapıklık falan yok bende. Tam aksine ben, âlemlerin
Rabbinden bir resulüm."
62.
"Size Rabbimin vahiylerini tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum. Allah'ın
yardımıyla, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum."
63.
"Korunmanız, rahmet bulmanız için sizi uyarmak üzere bir adam aracılığıyla
Rabbinizden size bir öğüt gelmesine şaştınız mı?"
64. Onu
yalanladılar. Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri gemi içinde kurtardık,
ayetlerimizi yalanlayanları boğduk. Gözleri görmez bir topluluktu onlar.
65. Âd'a
da kardeşleri Hûd'u gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin.
Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Hâlâ sakınmıyor musunuz?"
66.
Toplumunun inkârcı kodamanları dediler ki: "Biz seni bir beyinsizliğe
düşmüş görüyoruz ve kesinlikle yalancılardan olduğunu düşünüyoruz."
67. Hûd
dedi: "Ey toplumum! Bende beyinsizlik yok, ben âlemlerin Rabbi'nden bir
resulüm."
68.
"Rabbimin mesajlarını size tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir
öğütçüyüm."
69.
"Sizi uyarmak için içinizden bir adam aracılığıyla size Rabbinizden bir
ihtar gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki, O sizi Nûh toplumundan sonra
halefler yaptı ve yaratılışta size daha fazla bir boy-bos verdi. Allah'ın
nimetlerini anın ki kurtulabilesiniz."
70.
Dediler ki: "Sen, yalnız Allah'a ibadet edelim de atalarımızın kulluk
etmekte olduklarını terk edelim diye mi bize geldin? Eğer doğru sözlü isen hadi
bizi tehdit ettiğini bize getir."
71. Hûd
dedi: "Rabbinizden bir azap ve gazap indi ya! Haklarında Allah'ın hiçbir
kanıt indirmediği, sadece atalarınızın ve sizin uydurduğunuz birtakım isimler
hakkında mı benimle çekişiyorsunuz? Bekleyin bakalım, sizinle beraber ben de
bekleyenlerdenim."
72.
Nihayet onu ve beraberindekileri bizden bir rahmetle kurtardık; ayetlerimizi
yalanlayanların da kökünü kestik. İnanan kişiler değillerdi onlar.
73.
Semûd'a da kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a
kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Size Rabbinizden bir beyyine/açık
bir kanıt gelmiştir. İşte şu; Allah'ın devesi. Sizin için bir mucize. Rahat
bırakın onu, Allah'ın toprağında otlasın. Kötü bir niyetle dokunmayın ona.
Yoksa korkunç bir azap yakalar sizi."
74.
"Hatırlayın ki, Allah sizi Âd'dan sonra halefler yaptı ve yeryüzünde sizi
yerleştirdi. O'nun düzlüklerinde saraylar kuruyorsunuz, dağlarını yontup ev
yapıyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini anın da fesat çıkararak yeryüzünü
berbat etmeyin."
75.
Toplumunun kibre saplanmış kodamanları, içlerinden inanıp da baskı altında
tutularak ezilenlere şöyle dediler: "Siz Sâlih'in, gerçekten Rabbi
tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Onun aracılığıyla
gönderilene gerçekten inanıyoruz." dediler.
76. Kibre
sapanlar şöyle konuştu: "Biz sizin inandığınızı inkâr edenleriz."
77. Bu
arada dişi deveyi boğazladılar. Ve Rablerinin emrinden dışarı çıkıp şöyle
dediler: "Ey Sâlih! Eğer Allah tarafından gönderilenlerdensen, bizi tehdit
ettiğin şeyi önümüze getiriver."
78. Bunun
üzerine onları, o şiddetli sarsıntı/o korkunç titreşim yakaladı da öz
yurtlarında yere çökmüş bir hale geldiler.
79.
Nihayet, Sâlih onlardan yüzünü döndürüp şöyle dedi: "Ey toplumum! Andolsun
ki, Rabbimin mesajını size tebliğ ettim, size öğüt verdim; ama siz öğüt
verenleri sevmiyorsunuz."
80. Ve
Lût... Toplumuna şöyle demişti: "Sizden önce âlemlerden hiçbirinin
yapmadığı bir iğrençliğe mi girişiyorsunuz?"
81.
"Siz, kadınları bırakıp şehvetiniz yüzünden erkeklere gidiyorsunuz.
Doğrusu siz sınır tanımayan bir topluluksunuz."
82.
Toplumunun cevabı sadece şunu söylemeleri oldu: "Çıkarın şunları
kentimizden. Çünkü onlar, temizlik tutkunu insanlardır."
83. Biz de
onu ve ailesini kurtardık. Karısı müstesna. O, geriye kalıp yere geçenlerden
oldu.
84.
Üzerlerine bir de yağmur indirdik. Bak nasıl oldu suçluların sonu!
85.
Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: "Ey toplumum!
Allah'a kulluk edin. Size O'ndan başka ilah yok! Size Rabbinizden açık bir
kanıt gelmiştir. Ölçü ve tartıda dürüst davranın. İnsanların eşyasına el
koymaya tenezzül etmeyin. Yeryüzünde, orası barışa kavuştuktan sonra bozgun
çıkarmayın. Eğer inanan insanlarsanız bu sizin için daha hayırlıdır."
86.
"Her yol üstünde oturup da tehdit savurarak Allah yolundan O'na inananları
çevirmeyin. Yolun çarpığını isteyip durmayın. Hatırlayın ki, siz az idiniz, O
sizi çoğalttı. Bir bakın, nasılmış bozguncuların sonu!"
87.
"İçinizden bir grup, benimle gönderilene inanmış, bir başka grup da
inanmamışsa, Allah aranızda hükmedinceye kadar sabırlı olun. O, yargıçların en
hayırlısıdır.
88. Toplumunun
büyüklük taslayan kodamanları dediler ki: "Ey Şuayb! Ya kesinlikle
milletinize dönersiniz yahut da seni ve seninle birlikte inananları kentimizden
mutlaka çıkarırız." Dedi ki: "Ya istemiyorsak; zor ve baskıyla
mı?"
89.
"Allah bizi, milletinizden kurtardıktan sonra tekrar o millete dönersek
yalan düzüp Allah'a iftira etmiş oluruz. Rabbimiz Allah istemediği sürece,
sizin milletinize dönmemiz söz konusu edilemez. Rabbimiz, bilgice her şeyi
kuşatmıştır. Allah'a dayanıp güvendik biz! Ey Rabbimiz! Toplumumuzla bizim
aramızda hak ile hükmet. Sen, çözüm getirenlerin en hayırlısısın."
90.
Toplumunun küfre sapan kodamanları dedi ki: "Eğer Şuayb'ın ardı sıra
giderseniz hüsrana gömülenler olursunuz."
91. Bunun
üzerine o şiddetli sarsıntı/o korkunç titreşim onları yakalayıverdi de öz
yurtlarında yere çökmüş hale geldiler.
92. Şuaybı
yalanlayanlar sanki o yerde hiç şenlik kurmamışlardı. Şuayb'ı yalanlayanlar
hüsrana saplananların ta kendileriydi.
93. Şuayb
onlardan yüzünü döndürdü de şöyle dedi: "Yemin olsun, ben size Rabbimin
gönderdiklerini ilettim. Size öğüt verdim. Artık küfre batmış bir topluluğa
nasıl acırım?"
94. Biz
bir ülkeye bir peygamber gönderdiğimizde, onun halkını zorluk ve darlıkla
mutlaka sıktık ki, sığınıp yakarsınlar.
95. Sonra
zorluk ve sıkıntının yerine mutluluk ve güzelliği getirmişiz de çoğalmışlar ve
şöyle demişlerdir: "Atalarımız da zorluk ve sevinçle yüz yüze
gelmişlerdi." Nihayet biz onları farkında olmadıkları bir sırada ansızın
yakalayıverdik.
96. O
medeniyetlerin halkı inanıp korunsalardı, elbette ki üzerlerine gökten ve
yerden bereketler saçardık. Ama yalanladılar, biz de onları, kazanır
olduklarıyla yakalayıverdik.
97. O
kentlerin halkı, uyudukları bir sırada, şiddetimizin bir gece kendilerine
gelmeyeceğinden emin mi idiler?
98. Yoksa
o kentler halkının, bir kuşluk vakti oynayıp eğlenirken azabımızın yakalarına
yapışmayacağına ilişkin bir garantileri mi vardı?
99.
Allah'ın tuzağından emin miydiler? Hüsrana uğrayan topluluktan başkası Allah'ın
tuzağından emin olamaz.
100. Tüm
bu olanlar, eski sahiplerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanlara şunu göstermedi
mi: Dilersek onları günahları yüzünden belaya çarptırırız, kalpleri üzerine
mühür basarız da artık söz dinleyemez olurlar.
101. İşte
o kentler/medeniyetler! Haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz sana. Yemin
olsun, resulleri onlara açık-seçik deliller getirmişti. Ama daha önce
yalanlamış oldukları için inanamadılar. Küfre sapanların kalplerini Allah işte
böyle mühürler.
102.
Onların birçoğunda ahde vefadan eser bulmadık. Onların birçoğunu tam sapıklar
olarak bulduk.
103.
Onların ardından Mûsa'yı, ayetlerimizle Firavun'a ve kodamanlarına gönderdik de
ayetlerimiz karşısında zulme saptılar. Bir bak, nasıl olmuştur bozguncuların
sonu!
104. Mûsa
dedi ki: "Ey Firavun! Kuşkun olmasın ki ben, âlemlerin Rabbi'nin bir
resulüyüm."
105.
"Allah hakkında gerçek dışında bir şey söylememek benim üzerimde bir
varoluş borcudur. Ben size Rabbinizden bir beyyine getirdim. Artık
İsrailoğullarını benimle gönder."
106.
Firavun dedi: "Bir mucize getirdinse, doğru sözlülerden isen onu ortaya
çıkar!"
107. Bunun
üzerine Mûsa, asasını yere attı; birden korkunç bir ejderha oluverdi o.
108. Elini
çekip çıkardı; birden o el, bakanların önünde bembeyaz kesildi.
109.
Firavun toplumunun kodamanları şöyle konuştular: "Bu adam gerçekten çok
bilgili bir büyücü."
110.
"Sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor. Ne diyorsunuz?"
111.
Dediler ki: "Onu kardeşiyle birlikte alıkoy. Ve şehirlere, toplayıcılar
gönder."
112.
"Her bilgin büyücüyü sana getirsinler."
113.
Büyücüler Firavun'a gelip dediler ki: "Eğer galip gelen biz olursak bize
iyi bir ödül var mı?"
114.
"Evet, dedi, ayrıca siz benim en yakınlarımdan olacaksınız."
115.
Sihirbazlar şöyle dediler: "Ey Mûsa! Sen mi hünerini ortaya atacaksın
yoksa biz mi hünerlerimizi sergileyelim?"
116.
"Siz sergileyin." dedi. Hünerlerini ortaya atınca, halkın gözlerini
büyülediler, onları dehşete düşürdüler. Çok büyük bir büyü sergilediler.
117. Biz
de Mûsa'ya şöyle vahyettik: "Hadi at asanı!" Bir ne görsünler, asa,
onların ortaya getirdikleri şeyleri yalayıp yutuyor.
118.
Böylece hak ortaya çıktı, onların yapıp ettikleri, işe yaramaz hale geldi.
119. Orada
mağlup oldular, küçük düştüler.
120. Ve
büyücüler secdeye kapandılar.
121.
"Âlemlerin Rabbi'ne iman ettik, dediler;
122.
Mûsa'nın ve Hârun'un Rabbi'ne!"
123.
Firavun dedi ki: "Demek ben size izin vermeden ona inandınız ha! Bu,
şehirde tezgâhladığınız bir tuzaktır ki, bununla şehir halkını oradan çıkarmak
peşindesiniz. Yakında anlarsınız."
124.
"Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi
asacağım."
125.
"Biz, dediler, doğruca Rabbimize varacağız."
126.
"Sen bizden, sırf Rabbimizin ayetleri bize gelince, onlara iman
ettiğimizden ötürü intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır.
Canımızı müslümanlar olarak al."
127.
Firavun kavminin kodamanları dediler ki: "Mûsa'yı ve toplumunu, yeryüzünü
fesada verip seni ve ilahlarını terk etsinler diye mi bırakıyorsun?" Dedi
ki Firavun: "Biz onların oğullarını öldürüp kadınlarını diri
bırakacağız/kadınlarının rahimlerini yoklayıp çocuk alacağız/kadınlarına utanç
duyulacak şeyler yapacağız. Üstlerine sürekli kahır yağdıracağız."
128. Mûsa
kendi toplumuna şöyle dedi: "Allah'tan yardım dileyin, sabırlı olun.
Yeryüzü Allah'ındır, Allah ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç,
takvaya sarılanlarındır."
129.
Dediler ki: "Senin bize gelişinden önce de işkenceye uğratıldık,
gelişinden sonra da." Mûsa dedi: "Rabbinizin, düşmanınızı yok etmesi
ve nasıl davranacağınıza bakmak üzere yeryüzünde sizi yöneticiler yapması
umulabilir."
130. Yemin
olsun ki biz, Firavun hanedanını yakalayıp ürün eksikliğiyle senelerce sıktık
ki, düşünüp öğüt alabilsinler.
131.
Onlara bir iyilik geldiğinde, "Bu bizimdir!" derlerdi. Kendilerine
bir kötülük dokunduğunda ise Mûsa ve beraberindekilerin uğursuzluğuna
yorarlardı. Gözünüzü açın! Onların uğursuzluk kuşu, Allah katındadır, fakat
çokları bilmiyorlar.
132. Şunu
da söylediler: "Bizi büyülemek için, bize istediğin kadar ayet getir. Sana
inanmayacağız."
133. Biz
de onlar üzerine, açık açık mucizeler olarak tufan, çekirge, haşarat,
kurbağalar ve kan gönderdik; yine de kibre saptılar ve günahkâr bir topluluk
oluverdiler.
134.
Pislik üzerlerine çökünce şöyle dediler: "Ey Mûsa! Sana verdiği söze
dayanarak Rabbine bizim için dua et! Şu pisliği üzerimizden kaldırırsa, sana
kesinlikle inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte mutlaka
göndereceğiz."
135.
Dolduracakları bir süreye kadar kendilerinden azabı kaldırdığımızda, hemen
yeminlerini bozdular.
136. Bunun
üzerine biz de onlardan öc aldık: Ayetlerimizi yalanladıkları, onlara
aldırmazlık ettikleri için hepsini suda boğduk.
137.
Ezilip itilmekte olan topluluğu da içine bereketler doldurduğumuz toprağın
doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin, İsrailoğullarına verdiği
güzel söz, sabretmeleri yüzünden hedefine vardı. Firavun ve toplumunun sanayi
olarak meydana getirdiklerini de dikip yükselttikleri sarayları da yere
geçirdik.
138.
İsrailoğullarına denizi geçirttik. Özel putlarına tapan bir topluluğa
rastladılar. Bunun üzerine: "Ey Mûsa, dediler, bunların ilahları olduğu
gibi sen de bize bir ilah belirle!" Mûsa dedi: "Siz cahilliği
sürdürmekte olan bir toplumsunuz."
139.
"Şu gördüklerinizin, içinde bulundukları din çökmüştür. Yapmakta oldukları
da boşa çıkacaktır."
140. Şunu
da söyledi: "Size Allah'tan başka bir ilah mı arayayım? O sizi âlemlere
üstün kılmıştır."
141. Şunu
da hatırlayın: Sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık. Size azabın en kötüsü
ile işkence ediyorlardı: Oğlanlarınızı katlediyorlar, kadınlarınıza hayâsızca
davranıyorlar/kadınlarınızın rahimlerini yokluyorlar/kadınlarınızı hayata
salıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden gelmiş büyük bir imtihan vardı.
142. Mûsa
ile otuz gece için vaatleştik. Ve bunu, bir on ekleyerek tamamladık. Böylece
Rabbinin belirlediği süre kırk geceye ulaştı. Mûsa, kardeşi Hârun'a dedi ki:
"Toplumum içinde benim yerime sen geç, barışçı ol, bozguncuların yolunu
izleme!"
143. Mûsa,
bizimle sözleştiği yere gelip Rabbi de kendisiyle konuşunca şöyle yakardı:
"Rabbim, göster bana kendini, göreyim seni!" Dedi: "Asla
göremezsin beni! Ama şu dağa bak! Eğer o yerinde durabilirse, sen de beni
göreceksin!" Rabbi, dağa tecelli edince onu parça parça etti. Ve Mûsa
baygın vaziyette yere yığıldı. Kendine gelince şöyle yakardı: "Tespih
ederim seni. Tövbe edip sana yöneldim! İman edenlerin ilkiyim ben."
144. Allah
buyurdu: "Ey Mûsa! Ben, gönderdiğim vahiylerle, konuşmamla seni seçip
yücelttim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol!"
145. Biz
Mûsa için levhalarda her şeyi yazdık: Öğüt olarak, her şeyin ayrıntısı olarak.
"Kuvvetle tut bunları ve emret toplumuna da onları en güzel şekliyle
tutsunlar. Sapıklar yurdunu göstereceğim size."
146.
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım: Onlar
hangi mucizeyi görseler ona inanmazlar. Doğruya varan yolu görseler, onu yol
edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler onu yol edinirler. Bu böyledir. Çünkü
onlar ayetlerimizi yalanladılar ve onlara karşı kayıtsız kaldılar.
147.
Ayetlerimizi ve âhirete varılacağını yalan sayanların tüm yaptıkları boşa
gitmiştir. Bulacakları karşılık, yapıp ürettiklerinden başkası olmayacaktır.
148.
Mûsa'nın kavmi, onun Allah'la konuşmaya gidişinden sonra, süs eşyalarından
oluşmuş, böğürebilen bir buzağı heykelini ilah edinmişti. Görmediler mi ki, o
onlarla ne konuşabiliyor ne de kendilerine yol gösterebiliyor? Onu benimsediler
ve zalimler haline geldiler.
149.
Başları avuçları arasına düşürülüp de sapmış olduklarını fark ettiklerinde
şöyle yakardılar: "Rabbimiz bize merhamet etmez, bizi affetmezse mutlaka
hüsrana düşenlerden olacağız."
150. Mûsa,
kızgın ve üzgün bir halde kavmine döndüğünde şöyle dedi: "Benden sonra
arkamdan ne kötü şeyler yaptınız! Rabbinizin emrini bekleyemediniz mi?"
Levhaları yere attı, kardeşinin başını tuttu, kendisine doğru çekiyordu.
Kardeşi dedi ki: "Ey annem oğlu! Bu topluluk beni horlayıp hırpaladı.
Nerdeyse canımı alıyorlardı. Bir de sen düşmanları bana güldürme. Beni şu zalim
toplulukla bir tutma."
151. Mûsa
şöyle yakardı: "Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Rahmetine sok bizi.
Sen, rahmet edenlerin en merhametlisisin."
152.
Buzağıyı ilah edinenler var ya, yakında onlara Rablerinden bir öfke ve dünya
hayatında bir zillet ulaşacaktır. İftiracıları böyle cezalandırırız biz!
153.
Günahlar işledikten sonra tövbe ile iman edenlere gelince, o tövbe ve imandan
sonra Allah çok affedici, çok merhametli olacaktır.
154. Öfke,
Mûsa'yı rahat bırakınca, levhaları aldı. Onlardaki yazıda, yalnız Rableri
karşısında ürperenler için bir rahmet ve bir kılavuz vardı.
155. Mûsa,
bizimle buluşma vakti için toplumundan yetmiş adam seçti. O şiddetli
sarsıntı/korkunç titreşim onları yakalayınca Mûsa şöyle dedi: "Rabbim,
dileseydin, onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin
yaptıkları yüzünden bizi helâk mı edeceksin? Bu iş senin imtihanından başka bir
şey değildir. Onunla dilediğini şaşırtır, dilediğine yol gösterirsin. Sen bizim
Velî'mizsin! O halde affet bizi, acı bize! Sen affedenlerin en
hayırlısısın!"
156.
"Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de âhirette! Dönüp dolaşıp sana
geldik." Buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime
gelince, o her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; sakınıp korunanlara, zekâtı
verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım."
157. Onlar
ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları ümmî peygambere
uyarlar; o onlara iyiliği emreder, kötü ve çirkinden onları alıkoyar. Güzel
şeyleri onlara helal kılar, pis şeyleri onlara yasaklar. Sırtlarından
ağırlıklarını indirir, üzerlerindeki zincirleri, bağları söküp atar. Ona
inanan, onu destekleyen, ona yardım eden, onunla indirilen ışığa uyan kişiler,
kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
158. De ki:
"Ey insanlar! Ben sizin tümünüze Allah'ın resulüyüm! Göklerin ve yerin
mülkü o Allah'ındır! İlah yoktur O'ndan başka! O diriltir, O öldürür. O halde
Allah'a ve resulüne iman edin; Allah'a ve onun sözlerine inanan o ümmî
peygambere iman edip uyun ki, doğruya ve güzele ulaşabilesiniz."
159. Mûsa
kavminden bir topluluk vardır ki, hakka kılavuzluk/hak ile kılavuzluk eder ve
yalnız hakka dayanarak adaleti gözetir.
160. Biz
onları, on iki torun kabileye ayırdık. Toplumu kendisinden su istediğinde de
Mûsa'ya, "Asanı taşa vur!" diye vahyettik. Taştan, on iki göze
fışkırdı. Her oymak, su içeceği yeri belledi. Onların üzerlerine bulutları
gölgelik yaptık, kendilerine kudret helvası ve bıldırcın indirdik.
"Yiyiniz size verdiğimiz rızıkların temizlerinden." Onlar bize
zulmetmediler, ama öz benliklerine zulmediyorlardı.
161.
Onlara şöyle denildi: Şu kentte oturun, orada istediğiniz yerden yiyin.
"Affet!" diye yalvarın; kapıdan da secde ederek girin ki,
hatalarınızı bağışlayalım. Güzel düşünüp güzel iş yapanlara daha fazlasını da
vereceğiz.
162.
Onların zulme sapanları, bir sözü, kendilerine söylenenin dışında bir sözle
değiştirdiler. Bunun üzerine biz de üzerlerine gökten bir pislik azabı saldık;
çünkü zulmediyorlardı.
163. Sor
onlara o deniz kıyısındaki kentin durumunu. Cumartesi günü azıp sınır
tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları onlara akın akın gelirdi;
sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi. Yoldan sapmaları yüzünden onları
böyle imtihan ediyorduk.
164.
İçlerinden bir topluluk şöyle dedi: "Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli
bir azapla azaplandıracağı bir topluma ne diye öğüt verip duruyorsunuz?"
Dediler ki: "Rabbinize karşı bir mazeret olsun diye ve bir de korunup
sakınırlar ümidiyle."
165.
Kendilerine verilen öğüdü unuttuklarında, kötülükten alıkoyanları kurtarıp
zulme sapanları, yoldan çıkmalarından ötürü, acı bir azapla yakalayıverdik.
166. Ne
zaman ki, yasaklandıkları şeylerden ötürü öfkelendiler, onlara şöyle dedik:
"Aşağılık, maskara maymunlar olun!"
167.
Rabbin, kıyamet gününe kadar, kendilerine azabın en kötüsünü yapacak kimseleri
üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Senin Rabbin cezayı vermede çok süratli
davranır; ama çok affedici, çok merhametlidir de.
168. Ve
onları yeryüzünde birçok ümmetlere böldük. İçlerinde barışsever iyiler vardı
ama böyle olmayan aşağılıklar da vardı. Belki dönerler ümidiyle onları
güzelliklerle de kötülüklerle de imtihana çektik.
169.
Arkalarından, yerlerini alan halefler geldi. Bunlar, kitaba vâris olmuşlardı.
Şu basit dünyanın geçici menfaatini esas alıyorlar ve şöyle diyorlardı:
"Biz zaten bağışlanacağız!" Kendilerine, bir menfaat daha gelse onu
da alıyorlardı. Bunlardan, Allah hakkında, gerçek dışında bir şey
söylememelerine ilişkin kitap mîsakı alınmamış mıydı? O kitabın içindekileri
okuyup incelemediler mi? Âhiret yurdu, takvaya sarılanlar için daha hayırlıdır.
Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?
170.
Kitaba sarılanlar ve namazı/duayı yerine getirenlere gelince, biz, barışsever
iyilerin ödülünü zayi etmeyiz.
171. Bir zaman,
dağı tepelerine bir gölgelik gibi çekmiştik de onu üstlerine düşüyor
sanmışlardı. "Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekini hatırınızdan
çıkarmayın ki korunabilesiniz."
172. Hani,
Rabbin, âdemoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz
benliklerine şahit tutarak sormuştu: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar:
"Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi. Kıyamet günü,
"Biz bundan habersizdik" demeyesiniz.
173. Şöyle
de demeyesiniz: "Daha önce atalarımız şirke batmıştı. Biz de onların ardından
gelen bir soyuz. Gerçeği çiğneyenler yüzünden bizi helâk mı edeceksin?"
174. Biz,
ayetleri işte bu şekilde ayrıntılı kılıyoruz ki, hakka dönebilsinler.
175.
Onlara, şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi vermiştik; onlardan
sıyrılıp çıktı, şeytan da onu peşine taktı; nihayet o, azgınlardan oluverdi.
176.
Dileseydik onu, o ayetlerle yüceltirdik. Ama o, sonsuza dek kalacakmış gibi,
yerküreye bağlandı; iğreti arzularına uydu. Onun durumu şu köpeğin durumuna
benzer: Üstüne varsan dilini sarkıtarak solur, kendi haline bıraksan dilini
sarkıtarak solur. Ayetlerimizi yalanlayan toplumun örneği işte budur. Bu
hikâyeyi anlat ki düşünüp taşınabilsinler.
177.
Ayetlerimizi yalanlayan topluluğun vücut verdiği örnek ne kötüdür! Onlar öz
benliklerine zulmediyorlardı.
178.
Allah'ın yol gösterdiği, gerçeğe varmıştır; saptırdıkları ise hüsrana batıp
kalmıştır.
179. Yemin
olsun ki, biz, cehennem için, cinlerden ve insanlardan, birçok kişiye vücut
verdik/birçoğunu döllendirip yaydık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar;
gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla
işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta
kendileridir bunlar.
180. En
güzel isimler/Esmâül Hüsna Allah'ındır; O'na onlarla dua edin. O'nun
isimlerinde ters bir tutum izleyenleri bırakın. Yapıp ettiklerinin cezasını
çekeceklerdir.
181. Bizim
yarattıklarımızdan bir topluluk vardır ki, hak ile kılavuzlar ve yalnız onunla
adalet sunarlar.
182.
Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilemeyecekleri bir yerden ağır ağır çöküşe
götüreceğiz.
183. Süre
tanıyorum onlara. Çünkü benim tuzağım pek yamandır.
184.
Düşünmediler mi ki, o arkadaşlarında cinnetten eser yok. Apaçık bir uyarıcıdan
başkası değildir o.
185.
Göklerin ve yerin melekûtuna, Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye bakmadılar
mı; ecellerinin gerçekten yaklaşmış olabileceğini düşünmediler mi? Peki, bu
Kur'an'dan sonra hangi hadise/söze iman ediyorlar?
186.
Allah'ın şaşırttığına kimse kılavuzluk edemez. O bırakır onları ki,
kudurganlıkları içinde bocalayıp dursunlar.
187. Ne
zaman gelip çatacak diye kıyamet saatini soruyorlar sana. De ki: "Ona
ilişkin bilgi Rabbim katındadır. Onu, vakti geldiğinde belirginleştirecek olan
yalnız O'dur. Göklere de yere de ağır gelmiştir o. O, size ansızın gelecektir,
başka değil." Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki:
"O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları
bilmiyorlar."
188. De
ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar
sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer gaybı biliyor olsaydım iyilik
ve güzelliği elbette çoğaltırdım. Bana kötülük dokunmamıştır bile. Ben, inanan
bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim."
189. O,
odur ki, sizi bir tek canlıdan yarattı, eşini de ondan vücuda getirdi ki, gönlü
buna ısınsın. Eşini sarıp kucaklayınca o, hafif bir yük yüklendi de bir süre
onu gezdirdi. Ağırlaştığında ikisi birden Rablerine şöyle dua ettiler:
"Bize iyi huylu, yakışıklı bir çocuk verirsen yemin ederiz, şükredenlerden
olacağız."
190. Allah
onlara iyi huylu, barışçıl bir çocuk verince, kendilerine verdiği nimette ikisi
birden Allah'a ortak koşmaya başladılar. Allah onların ortak koştuğu şeylerden
arınmıştır.
191.
Hiçbir şey yaratmayan, bizzat kendileri yaratılmış olan şeyleri/kişileri mi
ortak koşuyorlar?
192.
Onlar, ne bunlara bir yardım sağlayabilirler ne de kendi benliklerine yardımcı
olabilirler.
193.
Onları, iyiye ve güzele çağırsanız sizi izlemezler. Ha onlara dua etmişsiniz ha
sus-pus oturmuşsunuz; sizin için aynıdır.
194. Allah
dışındaki yakardıklarınız sizin gibi kullardır. Eğer iddianızda haklıysanız,
hadi çağırın onları da size cevap versinler.
195.
Ayakları mı var onların ki, onlarla yürüsünler; elleri mi var onların ki
onlarla tutsunlar; gözleri mi var onların ki, onlarla görsünler; kulakları mı
var onların ki, onlarla işitsinler!? De ki: "Ortaklarınızı çağırıp bana
tuzak kurun. Hadi, göz açtırmayın bana!"
196.
"Benim Velî'm, o Kitap'ı indiren Allah'tır. O, hayır ve barışı seven
kulları koruyup gözetir."
197. O'nun
dışında yakardıklarınız, size yardım edemezler. Kendilerine de yardımcı
olamazlar.
198.
Onları, hidayete çağırsanız, duymazlar. Onların sana baktıklarını sanırsın.
Oysaki, onlar görmezler.
199.
Affetmeyi esas al! İyiyi ve güzeli emret, cahillerden yüz çevir!
200.
Şeytandan bir dürtük seni dürtüklediğinde, Allah'a sığın. Çünkü O, her şeyi
işitir, her şeyi bilir.
201.
Korunup sakınanlar, kendilerine şeytandan bir görüntü/dürtü gelip dokunduğunda,
hemen Allah'ı hatırlarlar. İşte o anda görülmesi gerekeni görürler.
202.
Yoldaşları ise onları sürekli azgınlığa iterler, sonra da yakalarını
bırakmazlar.
203.
Onlara bir ayet getirmediğinde, "Onu da şuradan buradan derleseydin
ya!" diye konuşurlar. De ki: "Ben sadece Rabbimden bana vahyedilene
uyuyorum. Bu, Rabbinizden gelen gönül gözleridir, doğruya kılavuzdur, iman eden
bir toplum için rahmettir."
204.
Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size rahmet edilsin.
205.
Rabbini, öz benliğinin içinde yalvarıp ürpererek, bağırtılı olmayan bir sesle
sabah-akşam zikret. Sakın gafillerden olma!
206.
Rabbinin katında olanlar, büyüklük taslayıp O'na ibadetten yüz çevirmezler;
O'nu tespih ederler ve yalnız O'na secde ederler.
Yaşar Nuri Öztürk Meali - Kuranı Kerim
| |||